Kendi Nefesinle Doğduğun Güne Gülümse

NECATİ SARICA
Kendi Nefesinle Doğduğun Güne Gülümse
 
Hiç güzel gün oldu mu diye sorma
olsun
kirazlardan başlarız kızarmaya
kalbimizden kalan ne varsa
hep orada olduğu yere doğru
hayat karşılar bizi
kalbimizden gelen at sesleri var
defalarca yaşadığım hayatın bahar sağanakları
itirazlarım mahkemelerde bekliyor beni
şimdi saklanmalıyız dediğim geliyor aklıma
hep haklıyız dostum şimdi bu suçum değil
gözlerden uzak yaşayamadığım
eski
zamane kitaplarımdan uzaklarda
hükmedilmiş peşimden gözyaşlarıyla
ıslaklığınca karınca dualarım hiç bitmiyor
herkes korkuya ibadet ediyor aslında
bir bakışlık ömrün el sürçen riyalarında
ne demiştik ki çekirdekleri ceplerimde kalmış
bir bakışlık ömrün
sadece bir yarımlık insanına
söylemiştim gecesi
ve sonrasında
çok uzun yollarında savunduğum kendimi
masanın başında bizi yazsın gazeteler
diye değil
yaşadığım ömür.
 
Hiç güzel gün oldu mu diye sorma
kirpik kaşa değerse alnımızın terine bulaşır
kahredici sorular kitabından gün akşama
gizli hecelerle yoksulların alkışları
kalbimin cebinde bir iki diyor
ağızlarından öldürüp insan eti dediğim
kadınları
kuşlarının sokaklarında
sarsarken cezasını çekiyormuş gibi
kanatlarıymış
uçarmış gibi
yazılıdır altında gizlediğim küçücük çocuk huyuyla
paltomun altında gizlediğim
yanarken budur anlamı olan dediğim
ve bizlerden bazıları o şehir yanarken
savunmasız
camlardan kelimeler bakarken
sembolü kül ve çamur olan
şeytan insanı sıyırıp çamurundan tanrıya böbürleniyormuş
kalbimi sıkıca tutup yürüdüğüm
kuşanmış erkekler gibi
ben kollarımın arasında yaşıyorum
ben olduğum görülmeden
ve benim daha gelmeden.
 
Bir ferman damgası seçik konuştuğuma bakmayın
afrikalarımın gözleri azaltılmış
kalbim düşmüş yerinden tersine yürüyorum
bir mızıka sesiyle
bir yağmur sonrasında
yaşamak hakkımla emerken dilimi
bir gece treni yangınında
cam, kül ve çamur olan sembolüyle
ve ben en çok haykırış
çatal iğne karakalem buruk bir gülümseme
içimdeki sessizliği suya bıraktıkları
tren ışığına umutlarımı
avuçlarımın şizofren bir gecekondu avlusunda buruştuğu
dünyanın çiçeği kadar ne çok acı
gurbetini sevdiğim ekmek ile kan arasında
kiraz ağaçları en çok çiçek açan günahlarıyla
evimizin avlusunda üç beş güzel taşı yolculadığımız
güzel şiirler ve kayıp kulların sessizliği
kafelerden kaldırımlara taşıyor
her yere çocuk kerpiç evler dolusu.
 
Evimizin önünden geçiveren o yoldan attan arabaları
döndükçe dönen bir tekerleğin peşinden koşuyoruz
çocukluğum her çeşmesinden sular akıyor
güvercinlerin gizlice kanat vurdukları
hep dedemin konuşmaları
karanlıkta
karanlıkta bir insan gün boyunca dönermiş
bir serçe kuşu bir de insan ancak bir çocuk edermiş
dedemin evinin arka bahçesinde
hep yanı başında serçe kuşları
bir çocuğun babasını öldürmesi
derdime ürpertilermiş
dağılıp toplandığım bu sofralarda
cep harçlığımı düşürdüğüm
sokaklarda
ceplerimde çekirdekleri kalmış
bir bakışım
kilidime cebrail gerek
anahtar değil bir ilk imiş
suçlarıma ve her şiire sığamaz oluşum
ellerim gül karası
ellerim bir bakışım
ne var ki bunda bir hayatın gelip geçişi
biraz utangaç
öfke ve kriz
ve bir cinnetin anatomisi
kemiklerimden sıyırdılar
güzel bir şiir gibi güzel bir rüyada
alnımda sıcak fikirler vardı
kirpiklerimi kaldırsam alnımın terine kanardı
usul usul yürürken birden bire patlardı
ölüm ya da her neyse.
 
Yüzümü çekiç darbeleriyle kıran doktorun elleriyle
güzelleştiğim
karpuz kapıları kadar da güzeldim aslında
bir bıçağın tam üç darbesiyle
çingene çocukların karpuz kırarken neşesi
bir tutam bulut ve öylesine sıcak fikirleri
her masasından küfür gibi kalkarken alnımızda eriyen
yakalandıkça kaçan bir tutam bulut
sigaradan çekilen ateşli duman ciğerlerimizde inliyor
kaderimiz
su sızışlarımızı özlediğimiz
kadife ten üstüne aşk resimlerimizi özlediğimiz
şizofreni yükselsin
ve yücel sin sen şizofreni
dediğimizle yanılırken hayat
şiiri de çağlayan
yağmur gibi bağışlanıp
kemiklerimi kazıyan bir anatomi atlası doktorların elleriyle
doktorların elleri sıvamış kollarını
doktorların elleri insan acıları altında çağlayan ırmakları.
 
Kim ki kendinden papatyalar aşkıma susamış
baharda çiçekler yerlere
ölürüm de vermem seni ellere” dediğim
sende kalsın bir hatıra
saçlarını ben örseydim öldüm işte
bugün yine ölesim geldi her deyişimde
bak yine mayıs geldi ve senin doğacağın günlere
mayıs geldi benim öleceğim günlere
bugün akşama
yarın akşama
her gün akşamına erdi
iki mayıs çarşamba
gün akşamına erdi
birkaç gün oldu sanki birkaç vakit
üç mayıs perşembe olacak
dört mayıs cuma
günlerin özgürlüğünde kaçıncı mevsimin oldu
pencereden kuşlar girecek
perdelerde göz yangını
karartın ışıkları
mumlar yanacak mumlar sönecek
yakın ışıkları
frambuaz gülen kızı annesinin babasının
lise koridorlarında çınlayan sesine günaydın kızları
bütün günler aydın olsun senin gönlünde
evet öyle olsun her gününde
toz kanatlı bir kelebeğin uçuşu
taş merdivenli parkınızda mumların yanıyor
karartın ışıkları
geceye ermeden inciden düş bir gülüşünle sen
ipekten bir fincanın fallarında aradığını boş versene
ne duruyorsun kendini papatyalara ihbar etsene
sevildiğin olsun dilerim sevdiğin olsun
hayat seni karşılasın neşeler dolusu
yürünecek en güzel yolların aşiyan oluşu
yine başlasın
çeyiz sandığından yeni çıkmış gelin adımlarıyla sen
gülümse yine yeniden doğduğun güne
mumları üfledin mi sonra geceye
yatağın ve yastığın seni bekliyor
ben uyumuşum da uykularından uyan artık
kendi nefesinle ve sen doğduğun güne gülümse
benim bir ömrüm böyle geçecek
sen sadece gülümse…
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir