SELİM ERDOĞAN
Radyoda Kar Türküsü
Ölüm kar altına kıvrılan toprak gibi büyüttükçe büyüttü rahmini dünyanın
soğuk kürek seslerinin taştan çıkardığı kıvılcımlardan anlaşıldı yaşamaksa
Dünyayı sırtında taşıyan babamınsa artık tadı tuzu kalmadı yalvarmaktan
radyoda sesi kısık bir türkü, avuçlarımda buruşan göklerden yağar gibi
Şafak vakti yaklaşan bir katar hızla çarpıp suratıma, saplanırdı karanlığa
bir şehre arkamı dönerek, ışıkları kaybolana kadar uzaklaşsam da nafile
Sanki kuşlar huşu içinde kurşuna dizilir kedilerse kırlarda çalardı ömrümü
pencerede akşamsefası kurur ölüm kusursuzca çitilenirdi leğenlerde o an
Irmaklarsa kımıldamayan gürbüz bedenlere şahit olarak akar da giderdi
gürüldeyerek, buğday başakları arasında ve gümrah bir acının koynunda
Uzardı mağaraların karanlığı, doruklarında baldıran saklayan o dağlarda
zıvanadan çıkmışken hayat çakalların gözlerinden yalaz gibi akardı riya
Semâvat merhametini aşağı bırakırdı yağmurcunların teleğinde yumuşak
iğde ağaçlarından bir rayiha bulaşırdı üşümüş şairin üstüne başına ancak
Girdiğim avluda sırtımı sıvazlayan bu hüzün ıslıkla karşılardı beni elbet
üfleyince küre-i arza rüzgâr, ufuklara uzatırdı boynunu vakt-i kerahet
Sokaklarda göklerden salınarak bir berfin düşerdi her çocuğun payına
donardı nevnihal, üşürdü yoksullar, kediler ölür, ansızın titrerdi meyra
Saati gelince gök sinsi bir çakal gibi usulca yaklaşırdı enseme ey kalbim
kavuuun diye çığıran bir seyyar satıcı gibi başım önümde evime dönerdim
Berdelacuz, sitte-i sevr ya da abrulun beşi, vakti gelince gelir ey hazirun
lâl ü ebkem olmayın çünkü acınızı dindirecek olan da bu aşktır, bu füsun
_______________
Hece dergisi Mayıs 2017 sayısı