NURAN KÖSE BAYDAR
Saye
Bir akşamın kızıllığında, kıyıya vuran dalgalar arasında seyrettim gölgemi. Hüzzam bir şarkının kırık notalarına takıldı kanatlarım. Uçamadım ama şarkılar yazdım gökyüzüne. Mevsimler üşüdüğünde gölgesini giydim rüzgârların. Bir bulutun ucuna bağladım camdan balonlarımı. Güvercinler kondu yüreğime. Gölgem bir deniz kıyısında, çakıl taşlarına teslim…
Gölgem, bir bilmece gibi… Saatine göre uzayan kısalan… Işıkla var olan ve gece kaybolan… Suya vuran ama ıslanmayan… Yolu uzun ama yükü yok… Rengi var, sesi yok… Gölgem, tıpkı ben gibi… Bir beni görürüm yoluma yoldaş, bir de ardım sıra gölgemi… Sayemde ben yine kendime gelir, kendimden kendime giderim.
Soruyorum öyleyse kendime; Bir ağacın altında gölgelenmek gibiyse yaşamak, ağaç gölgesinin hakkını istemez mi? Peki ya kıyıya vuran çocukların gölgesi, acımaz mı hiç? Sahi, gölgeler de parçalanır mı ateşin düştüğü yerde? Ya füzelerin gölgesi, razı mıdır zulmün gölgesi olmaya? Ağır bir işçiliktir gölge olmak ummansız dağlarda. Suyu akmayan nehirlere, çiçeği açmayan baharlara, yağmursuz bulutlara gölge olmak zordur. İnsanların mutlu yaşamlarına gölge olmak gereksizdir. Büyük İskender’in Diyojen’i ziyaret ettiği ve bir dileği olup olmadığını sorduğunda; “Gölge etme, başka ihsan istemem.” demesi gibi; hakikati ve ihsanı örten bir perde olmak gereksiz ve sıkıcıdır. Ben bir gölge olsaydım eğer, çocukların gamzesinde olmak isterdim. Hep tebessümle ortaya çıkan ve en tatlı gülüşlere şahit olan bir gölge…
Gölge… Eski tabiriyle ‘Saye’… Aynı gölgeyi paylaşanlar için ‘hem saye’… Sevginin sayesinde hem hal olmak, içimizde yıkılan kentlerden çayırların çiçeklerin filizlendiği zamanlara uzanmak gibidir. Babamızın kolları dev bir çınarın gölgesi gibidir. Onun nefesi huzur veren bir esintidir. Gölgesi yeter dediğimiz, varlığına şükrettiğimizdir. Annemizin yüreği Hızır’ın gölgesi gibidir. Her halimize yetişen ve bizi sabırla yetiştirendir. Süt kokusundan şefkat örendir. Dostlarımızın sevgisi, sesimizin gölgesi gibidir. Sözleri kalbe şifa, ışığı avucumuzda güneş gibi parlayandır. Kalbi güzel olanın gölgesi de güzel olacaktır ve bıraktığı izler yarınların nazlı gölgesi olarak kalacaktır.
Nedim’in dizelerinde bambaşka bir incelik kazanmıştır ‘saye’:
Güllü dîba giydin amma korkarım azâr eder
Nazeninim; saye-i hâr-ı gül-i dîba seni
Nazeninim; saye-i hâr-ı gül-i dîba seni
Nedim için sevgili nadide bir güzeldir. Maşuk şaire böyle ilham vermiş, Nedim’i coşkuyla söyletmiştir:
“Ey sevgili, sen üstünde gül resmi olan ipekten bir elbise giydin; ama o elbisenin üstündeki gülün dikeninin gölgesi seni incitecek, senin tenine zarar verecek diye çok korkuyorum.”
Şair Nedim sevgiliyi öyle nazik görür ki elbisenin üzerindeki gülün dikeninin gölgesinin dahi sevgiliyi inciteceğini düşünerek korkuya kapılır. Çünkü sevileni gölge dahi incitmemeli, ona hiçbir şey zarar vermemelidir. Arşın gölgesine talip olanlar dünya gölgesinde bu hassasiyetle yaşarlar.
Hoşgörü, merhamet ve birliğin gölgesinde; Mevlana’nın “Ne olursan ol yine gel”, Yunus Emre’nin “Yaratılanı severim, yaratandan ötürü”, Hacı Bektaş-ı Veli’nin “İncinsen de incitme” felsefesini okudum.
Bir şehrin gölgesine yatırdım keşkeler’imi. Uyuttum devlerin kucağında heveslerimi. Kafdağı ardında ip atlayan çocuklara bağışladım hikâyelerimi. Bir gölge oyununa karışıp Hacivat olamadım ama bir düşün gölgesine yapıştım yaka paça. Gölge varsa ışık da vardır dediler. Razı oldum gölgelerin resmini anlatmaya. Ateşin gölgesi yoktur dediler. Evet, ateş kimin içinde göremedim ama yangını hissettim. Suyun gölgesine de inandım hep. Damlaların titreyişini gördüm ışıkta. Su akar, aktıkça temizlenir. Su değişir; yağmur olur, kar olur, buz olur, buhar olur. İki günü eşit olanlara ders olur. Su ektim ardımda bıraktığım gölgeme. Tohumlarımın aşkla büyümesine niyet ettim. Rüzgârın sayesinde sakladım kalbimi. Bulabilene aşk olsun şimdi.