Merhaba Selma Argon…
Sizinle Pierre Loti tepesinde söyleşi keyfini bana yaşattığınız ve bizi kırmayıp davetimize icap ettiğiniz için öncelikle teşekkür ediyorum. Söyleşimize dedenizin ablanıza yazdığı tek çocuk şiiri ile başlamak istiyorum izninizle.
İstiklal Marşı'nın yazarı Akif, bir mektubunda, "Onun zekî, mâ'sûm çehresi bana çok şeyler ilham edecek" deyip, daha sonra tek çocuk şiiri olan 'Ferda Kadın'ı yazmıştı.
Ben gençlik yıllarımda çalıştım, çocuk büyüttüm. Ailemle yaşadım. Mutlu bir çocukluk, güzel bir gençlik geçirdim. Evlendim, ayrıldım. Dayım, annem ve ablam hep yanımda oldular. Onlar benim yaşamımda, uğurum, neşem ve hayatım oldular.
İnsanın hayalini böylesine kaplayan, sizi seven ve sonra sevdiğiniz insanların hayatınızdan gitmesi çok sarsıcı bir şey. Zaman her şeyin ilacıdır derler ama zaman geçtikçe çok daha özlüyor insan.
Son dört senedir dedemle ilgili konferanslara, seminerlere katılıyorum dostlarla beraber. Gençlere nereden nereye geldiğimizi, geçmişimizi ve bu güzel ülkeyi canlarını feda ederek yokluk, açlık içinde gözünü kırpmadan, şikâyet etmeden çabalayıp şehit olan ya da sakat kalan gazilerimizin vatanlarını kaybetmemek için göstermiş oldukları fedakârlığı anlatmaya çabalıyorum. Gittiğim her yerde büyük coşku görüyorum. Bu ilgi ve coşku beni çok mutlu ediyor. Dedem ve onun gibi müstesna insanların yaptıkları asla unutulmamalı.
Mehmet Akif Ersoy’un ailesinden ve ailenin yaşantısından bahseder misiniz?
Dedemin 6 çocuğu olmuş. Biri küçük yaşta vefat etmiş. 3 kız ve 2 erkek evladı vardı. Sırası ile Cemile, Feride, Suat… Emin ve Tahir… Hepsi iyi yetiştirilmiş insanlardı.
Anneannem astım rahatsızlığı olan bir hanım ama bir ömür eşiyle tüm sıkıntılara, ayrılıklara ve darbelere dayanmış, sevgiyle süren bir ömür geçirmiştir.
Şu anda tabii hiç biri hayatta değil. Biz 3 torun kaldık. Cemile teyzemden Rezzan ablam, Feride teyzemden Seyhan ablam ve Suat hanımdan ben Selma.
Benim bir oğlum var başımın tacı. Hepimizin çocukları var. Onlar da bizden sonra devam ettirirler bu söyleşileri umarım. Gidenlere rahmet olsun. Kalanlar sağlıkla huzurla yaşasın, mutlu olsunlar.
Mehmet Akif nasıl yaşamıştır? Milli Mücadeledeki yeri nedir?
Dedemin doğumundan ölümüne kadar yaşadığı dönemlerde hep savaş var. Kaybedilen topraklar, çekilen acılar ve küçük yaşta kaybettiği babası ki ona tüm dini öğretileri öğretmiş. Dersler vermiş ve mükemmel olmasını sağlamış. Bu sayede dini bütün, aklı mükemmel yüce bir insan, bir öğretmen olmuş. Babasını kaybedince anne ve kız kardeşine bakabilmek için ziraat mektebine gitmiş. Çünkü bitirenlere iş imkânı veriliyormuş. Halkalı Ziraat okulunu birincilikle bitirip hayata atılmış. 21 seneyi aşkın veterinerlik ve ziraat müfettişliği yapmış. Bu sayede Anadolu insanını yakından tanımış. Milli mücadele döneminde bu tanışıklık ona yol göstermiştir. İnsanların ne halde olduğunu ve neler hissettiğini yakından incelemiş ve bütün gördüklerini şiirlerine ve vaazlarına yansıtmıştır.
Hayatı boyunca görevli olarak dolaşmış. Almanya, Necid Çölleri ve Anadolu…
Orada vaazlar vermiş, engin bilgisi ve inancı ile insanları kendine bağlamıştır. Milli mücadelenin manevi lideridir. Camilerde verdiği vaazlarda milli mücadelenin ne kadar önemli olduğunu İnsanların Atatürk’ün ve ordunun yanında yer alması gerektiğini anlatmış ve kendisi de buna yürekten inanmıştır.
Büyüklerinizden muhakkak dedenizi dinlemişsinizdir. Mehmet Akif nasıl bir insandı. Özel yaşamında nasıl yaşardı?
Dedem mütevazı, inançlı, doğru sözlü kendisi söz konusu olduğunda utangaç ve sessiz… Dini, dili, vatanı, bayrağı söz konusu olduğunda haykıran birisi. Şiirlerinde bunu görmek mümkün…
Allah’a, peygamberine inanmış, Onların sözünden, yolundan yürümüş, tam bir Müslüman.
Asla ırkçı ve yobaz olmamıştır. (Yobaz olduğunu sonradan çok söylediler.)
Kendi özümüzde olmayı ama bilgiye, öğrenmeye ve ilerlemeye açık olmamızı istemiştir.
“Asım” onun için okumalı, öğrenmeli, ilerlemeli. Her türlü bilgiyi adeta yutmalı. Fakat bizim örf ve adetlerimizden vazgeçmeden, harmanlamalı.
Özel hayatı sakin, eşiyle çocukları ile olmayı seven ama vatan söz konusu olunca her şeyi feda edecek bir insan. Ona göre vatan olmazsa insan niçin yaşasın…
Paraya, pula, mevkie hiç önem vermemiştir. İnandığı yoldan hiç vazgeçmemiş dosdoğru bir adam. Söz verdiğinde “Ancak ölürsem sözümü tutamam.” diyen doğru ve güvenilir insan. Yaşamını Peygamber Efendimizin hayatı gibi yaşamaya çalışmıştır.
Mehmet Akif’i İstiklal Marşı’mızın şairi olarak biliyoruz ve Safahat’ı biliyor halkımız. Bilmediğimiz yönleri nelerdir?
Yalnızca İstiklâl Marşı’nın şairi olarak anlamak haksızlık olur. O şiir bir destandır aynen Çanakkale şiiri gibi. Onun bütün şiirleri ülkenin geçmişi ve geleceğidir. Ne görmüşse onu yazmıştır. Asla hayali şiir yazmamıştır. Safahat bir belgeseldir. Şiirle yazılmıştır. Çanakkale şiiri yaşanılmış kocaman bir tablodur. Renk renk işlenmiştir. Ve onu yazarken Necid Çöllerindedir. Olayı görmüş gibi yazmıştır. Öylesine temiz bir ruha sahip ve öylesine inanmış bir insana Rabbimiz yol göstermiştir. Ben buna yürekten inanıyorum.
Safahat iyice anlaşılmalıdır. Rastgele bir şiir kitabı değildir. Türkiye’nin gerçekleridir, geçmişi, geleceğidir. Onda Akif’in nokta koyduğu gerçekler vardır. Okunmalı, okutturulmalı ve anlaşılmalıdır.
Mehmet Akif’i anmak elbette çok önemli ama anlayarak… O her yönü ile fazilet sahibi bir insanı önce anlamak, sonra anmak gerektiğini düşünüyorum. Elbette ki anmak çok kolay… Ya anlamak?
-Selma Argon’un Tokat’la bağlantısı nedir? Kaç kere Tokat’a geldiniz ve neler hissettiniz?
Benim Tokat’la bağım çok sıkı ve sevgi dolu. Dedemin annesi Emine Şerife Hanım’ın babası Buharalı Mehmet Efendi’dir. 100 belki de daha fazla Buhara’dan Anadolu’ya Hekim Hacı Baba isminde biri geliyor. Boyabat’ta yerleşiyor sonra eşini alıp Tokat’a gidiyor. Dedemin anneannesi Tokat’ta doğuyor ve orada büyüyor. Ve yine Buhara’dan gelen tacir Mehmet Efendi ile evleniyor. Annesi Emine Şerife bu evlilikten oluyor.
Tokat’a ilk geldiğimde çok büyük bir sevgi ve saygı gördüm. Beni bağırlarına basıp sevdiler. Tokat’a dair böyle bir eski bağ olmasa da ben Tokatlı oldum. İnsanlarına, doğasına ilgi ve sevgisine bayıldım. Bu vesileyle de minnettarım. Her fırsatta yine gelmek isterim. Dostlar hep arıyor. Hasan Akar Bey hepsine aracı oluyor. Kendisi de sık sık arıyor. Bir ihtiyacım olup olmadığını soruyor, bir sıkıntım olup olmadığını. Nasılım diye merak ediyor. Bunların hepsi gönül bağımla bağlandığım insanlar… Hepsine kalbimden sevgiler gönderiyorum. Tüm Tokat’a sevgiler…
Mehmet Akif’in torunu olmak nasıl bir duygudur? Ne gibi yükümlülükleri vardır?
Mehmet Akif’in torunu olmak çok çok güzel… O kadar temiz, inanmış ve çok yönlü bir insan ki… Bıraktığı o temiz, o güzel isim bize verilmiş bir şans, en güzel hediye diyorum. Elimizden geldiğince Onu anlamaya anlatmaya çalışıyoruz. Anlatabilirsem ne mutlu bana…
Dedenizle ilgili devletimizden ne bekliyorsunuz? Size göre eksik kalan bir şey var mıdır, varsa nelerdir?
Devletimiz yeterince ilgi gösteriyor tabi ki. Dedem kolay anlaşılacak, bir iki saatlik törenlerde konuşup, işte bu kadar denilecek biri değil. Onun hayatı da başlı başına bir kitap. Daha çok daha fazla anlamak gerekir hayatını, Safahat’ını…
Safahat sadece bir şiir kitabı mıdır? Ülkemizde yeterince anlaşılmış mıdır sizce?
Safahat satır satır incelenerek anlaşılması yeni nesle anlatılması lazım. Okullarda ders kitabı olarak okutulması en büyük arzum… Ezberlemek kolaydır, anlamak lazım, diyorum.
Öğrendikçe nasıl bir deryanın içinde olduğunuzu fark edeceksiniz.
Safahat bir belgeseldir. Şiir kitabı olarak nitelemek azdır.
Şiirdir, bir tarih kitabıdır, bir öğretidir.
Çarpıcı yıkıcı satırlar… Ağlayan satırlar… İsyan eden, haykıran satırlar…
Kelime aralarını iyi anlamak ve anlamlandırmak gerekir.
İleri fikirli bir adamın anlaşılması için kitabı üzerinde ince ve ayrıntılı araştırma ve yorumlama yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bu da yeni nesille paylaşılmalı, anlaşılması sağlanmalı.
Gençlerden ve eğitimcilerden beklentileriniz var mı? Varsa bunlar nelerdir?
Gençler okumalı, araştırmalı, merak etmeli, araştırmalı diyorum. Kendisi olmalı. Başkalarına özenip kendi kimliğinden uzaklaşmamalı. O zaman taklit olur. Bu her şeyin aslı varken taklidine özenmek niye? Asım’ın nesli kendini yetiştirmeli ama asla taklitçi olmamalı.
Eğitimcilere çok iş düşüyor tabii ki
Türk gençliği Akif’i yeterince tanıyor mu, O’nu anlamaları için bizlere düşen görev nedir?
Bilen de var bilmeyen de. İstenirse her şey olur. Yeter ki öğrenmek, tanımak, anlamak istesinler.
Mehmet Akif’in neler yaptığını, niçin yaptığını, nasıl çaba gösterdiğini bu vatanı ne kadar çok sevdiğini o ve onun gibi insanlar sayesinde bugünlerde rahat yaşadığımızı bilip ona göre davranmaları gerektiğinin farkında olmalıdırlar.
Merakın, öğrenmenin ve anlamanın sonunda başarmanın keyfi büyüktür. Gençliğimizin imkânları var artık. Elektronik çağ ve bu çağda bilgiye ulaşmaları çok kolay. Bu teknolojiyi kullanırken de asla asosyal olmamaları gerekiyor. Bu da çağın hastalığı oldu.
Gençliğe Akif anlatılmalı, Safahat’a ilgi uyandırılmalı.
Geçmişe saygı, geleceğe doğru yürümek…
Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz.
Geçmişle övünelim, gelecek ile ilgili daha iyisini ve daha mükemmelini yapalım.
Mehmet Akif’i tanımak ve tanıtmak çok önemli… O, milli marşımızın şairidir. Hafızdır, mütercimdir. Farsça, Fransızca ve Arapça’yı ana dili gibi bilmektedir. Türk dilinin ustasıdır. Güreşçidir. Neyzen Tevfik ile beraber ney üflemiş, onun tarifsiz sanatını anlamış bir musikişinastır. Boğazı yüzerek geçmiş bir yüzücü, uzun mesafeli yürüyüşler yapan bir sporcudur. Ömrünce Peygamber Efendimizin yaşamını örnek alarak yaşamıştır. Aruzun ustası,
Öğretim üyeliği yapmış. İlk mecliste Burdur milletvekilliği yapmıştır. Aksiyon adamı, fikir adamı, gözü pek, sözü doğru, güvenilir bir insandı. Yazdıklarını yaşamış ve hayatı ile örnek alınması gereken bir üstad.
Mazlumlara sevgi ve şefkat dolu, zalimlere düşmandır. Bu arada utangaç bir yapısı vardır. Övülmek utandırır. Fakat haksızlığa da hiç tahammülü olmayan biridir.
Yalnız kalıp düşünmeyi severdi. Hazır cevaptı. Cahilce taassubun düşmanıydı. Eskiye kayıtsız şartsız bağlı değildi. Yeniye de körü körüne taraf olmazdı. “Eski, eski olduğu için atılmaz, fena olduğu için atılır. Yeni yeni olduğu için değil, iyi olursa alınır.” derdi. Hür fikirliydi, geniş düşünürdü.
Hiç şüphe yok ki Müslümandı ve Müslümanca bir yaşam sürmüştür. Dini onun için selamet ve gayret diniydi.
Altı-yedi Türkçe bilirdi. Tekke, Medrese, Tanzimat, Servet-i Fünun, Ev ve Sokak dili. Dini ve dili onun için korunması gereken iki kutsallıktır. Herkes olmaktan kurtuldu. Görüleni gördüğünü ama herkesin görmediğini yazdı. Türk olarak yaşadı, Türk olarak düşündü, Türk olarak yazdı, Türk olarak öldü.
Ne mutlu bana… Ne mutlu bizlere… Onun gibi bir insanın torunu olmak… Asım’ın Nesli dediği geleceğin gençlerinden olmak… Ona ve diğer bütün vatansever ruhlara selam olsun. Nurlar içinde yatsınlar.
Mehmet Akif Ersoy’a, onun sağlam inancına, fikirlerine, sarsılmaz dürüstlüğüne her zaman ihtiyacımız var. Bütün Türk gençliğine tanıtmak, anlatmak için çaba göstermemiz gerekir.
Öyle güzel anlattınız ki ve öyle dolu dolu oldunuz ki bana dedesinden heyecanla bahseden bu yüreği dinlemek düştü. Çok teşekkür ediyorum bana zaman ayırdığınız için ve bize Akif’i torunundan dinlemeyi sağladığınız için.
Son olarak söylemek istediğiniz nedir?
Bu güzel söyleşi için asıl ben teşekkür ediyorum. Torunu olarak bir görev görüyorum. Dedemin yeni nesilce anlaşılması ve tanınması için elimden geldiğince anlatmaya devam edeceğim. Bir şiirimle söyleşimizi nihayetlendirmek isterim.
ŞİİRİNİ OKUDUM DUYGULANDIM ESKİ GÜNLERİ HATIRLADIM O GÜNLERİ YAŞADIM SEVGİLER GÖNÜL TOKAR HEYBELİADA BÜYÜKADA