Şiir ve Şair

MEHMET TAŞTAN
Şiir ve Şair
 
Şiir draje sözdür. Başka dile tercüme edilemeyen ama her lisanda hissedilebilen bir dil… Bütün enstrümanları kelimelerden ibaret olan en eski söz sanatı.
 
Şiir yağmur gibidir: Yaşadığı coğrafyanın kültür iklimde buharlaşır, şairin ilham dünyasında bulutlanır, mısralar halinde geldiği toprağa geri döner. Duyulduğu yerde bazen hüzün çiçekleri açar; bazen hasret çıbanı çıkar, bazen teselli verir, bazen yürek şaha kalkar.
 
Bir başka açıdan şiir, kültür kombinezonuna eklenen son halkadır. Bir var oluş mücadelesidir; Kaybedilmiş bir savaşın, yarım kalmış mutluluğun, teselli edilememiş hüznün resmidir.
 
Genelde mutluluğun büyük şiiri yoktur. Mutluluktan söz eden şiirler, aslında mutluluğu değil; mutluluğa giden yoldaki acıları, özlemleri anlattıkları için sevilirler. İçinde pişmanlık, tövbe, özlem ve acı olmayan büyük şiir bulamazsınız. Çünkü yaşanan mutluluğun havuzunda su kalmaz. Onun için ıslatıcı değildir bu tür şiirler. O yüzden şaire hep açlığın resmini çizmek kalır.
 
Şair önce mevcudu resmeder, döner umuda işaret eder. Ancak bu işaret ediş bir ideolog edasıyla değil, bir sevgili, bir baba, bir ana şefkatiyledir. Yani şiir bir ikna değil, bir telkin ya da ilka dilidir. Taş gibi değil, su gibidir. Ve kalbi eriten suyun gücü değil, damlaların devamlılığıdır.
 
Şiir, belli bir irfan seviyesinde ortaya çıkan artıkları yeniden üretime katma ya da aşkına ulaşma mücadelesidir. Bireysel bağlamda başaramadıklarımızın ya da onurunu kıyasıya yaşayamadıklarımızın hülasasıdır. Duygusal ve zihinsel meselelerimizin odaklaştığı yerde, talepleri gerçekleştirme, baskı veya noksanlıkları ortadan kaldırma ameliyesidir. Bu ameliye, bilgi teknesinin, emek hamurunda Allah’ın akıttığı ilham suyuyla kıvama kavuşur. Ve şiir doğar.
 
Şiir genelde sevgiden, özlemden, hüzünden, pişmanlıktan ve hep kalpten söz eder. Akıl değildir onun adresi gönüldür. Akıl çeşmesinde ıslanan gönül… Onun için doğduğu kültürün sözleriyle, deyimleriyle, ortak detaylarıyla şekillenir. O hamaset değildir; şuurlu bir bilmezlik halindeki hissediştir. Bir başka söyleyişle şiir, anlık duygu hareketlenmesi değil, “ol mâhîler ki, derya içredir deryayı bilmezler” mısraında ifade edildiği üzere şuur deryasında ama şuursuz bir halde akıp gitmektir.
 
Şiirde şekil, su için sürahi neyse odur. Eğer sürahi, suyun rengini, tadını, kokusunu bozmuyorsa göz zevkinden öte bir şey değildir. Mühim olan kafiye ve ölçü değil ses ahengi, ses dilidir; şekille muhtevanın, aralarından su sızmayacak kadar samimi olmasıdır.
 
Şiir manzume değildir. Özdür ve orijinaldir. Dolgu mısralarla dargındır başı. Hissiyatı ve arzusu vardır, kelimeleri slogan olarak kullanmayı hiç sevmez. Kelimeleri hissiyatının tercümanı, arzusunun elçisi olarak görür.
 
Hafızada kalmak, kolay ezberlenmek ister. Ondandır ki; her mısra bir derde deva olmalı, hem de kolay içilmeli, yani şiir kendini ezberletebilmeli.
Şiir propaganda aracı olmamalı ama her mısra bir fişek gibi olmalı. Yakmalı okuyanı…
 
Hülasa, Goethe’nin dediği gibi “şiir ya mükemmel olmalı ya da hiç olmamalı.”
 
Şair içinde yaşadığı toplumun kültürel değerleriyle beslenen, ondan aldığını farklı ve estetik kılarak ona iade edebilen bir aydındır. Yaşadığı çağın tanığıdır. Geçmişin hafızası, kültürünün mirasçısıdır.
 
Fert olarak kendisiyle ve toplumla barışıktır. Damlası olduğu nehri yani bireyi olduğu toplumu kirletmez, onu rafine etme derdindedir. Bunu ideolog kimliğine bürünmeden bir aydın olarak yapmaya çalışır. Bu gayeyi gerçekleştirebilmek için şairin yaşadığı toplumun tarihini, dilini, deyimlerini, atasözlerini, inançlarını, temayüllerini ideallerini iyi bilmesi gerekir. Kısaca kendi toplumsal değerlerine vakıf olmalıdır şair.
 
Yetmez! Dünyayı en azından alaca karanlıkta fark edebilecek kadar tanımalıdır. Yani şair bir ayağını yaşadığı coğrafyanın üzerine koyup diğer ayağıyla bütün dünyayı dolaşabilmelidir.
 
Tanımalıdır ki, mahalli birikimleri şuurlu bilmezlik halinde evrensele dönüştürebilecek bir ruh halini yakalayabilsin.
 
Doğru, şiir evrenseldir. Ama evrensel olan her şey mutlaka mahalli bir köke dayanır. Tıpkı ağaçların kök üstüne bittiği gibi… Kendi kaynaklarından beslenmeyen şiir betona dikilen çiçek gibidir; Tutmaz.
 
Ve şairlik, herkesin görüp, yaşadığını, hissettiğini herkesi hayran bırakacak bir lisanla yeniden deşifre etme sanatıdır.
 
Yani şiir ihdas edilmez; var olanın ama bakir kalanın içinden her seferinde farklı bir duyuşla yeniden çıkarılır.
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir