Sündüs Arslan Akça sordu
“Ah Mina
Ne de çok benziyorsun içimdeki dağlara” dizelerinin sahibi Talip Işık, öncelikle söyleşi için tanıdığınız fırsattan dolayı teşekkür ediyorum.
Ben teşekkür ederim efendim. Güzel bir söyleşi olmasını diliyorum. Şiirin gizemli ikliminde güzel sorularınızla hoş bir yolculuk olacağını düşünüyorum. Çünkü şiir her zaman farklı bir havayı teneffüs etmeyi, farklı bir boyutta yol almayı gerekli kılar.
“Söz bitti vakit
sükûtu hâl ile konuşma vaktidir..
aşkın lisanı olmaz.. “ diyorum.
sükûtu hâl ile konuşma vaktidir..
aşkın lisanı olmaz.. “ diyorum.
Şiir kimi zaman aşkın sükût halidir, kimi zaman ise doru bir isyanın tezahürü. Her şairde her şiirde hatta her mısrada ortaya çıkma biçimi farklıdır. Şiir yazmaya başladığım ilk dönemde öğrendiğim en önemli kavram aşktır. Aşk olmadan gönül yaralanmaz, kelimeler nefessiz kalır, ses kopar ve kuru bir yalnızlık içinde serpilirsiniz toprağa. O nedenle şiirlerimin tamamında beşeri ve ilahi aşkı iç içe görmek mümkündür. Yazdığım hiçbir şiirde bunu ayrı düşünmedim. Beşeri aşk ta sonuç itibariyle bütünün yani ilahi aşkın en önemli parçasıdır. İnsanın gerçek aşkı tanıması önce kendini ve yaratılanı tanımasıyla başlar bütün bir evreni varlık âlemini ve ahireti kucaklar. İnsanda sonsuzluğu içeren bu duyguların kesintisiz bir şekilde inkişaf etmesi Rabbimizin bizlere kendi ruhundan üfleyerek hayat vermesindendir. O nedenle aşkı seviyor ve önemsiyorum.
Şiirlerinin ana teması “Aşk” olan bir şaire ilk soracağım soru tek cümle ile Talip Işık ‘ta ki aşkın tarifi nedir? Neden bu kadar mısralarında yer almaktadır?
Öğretmenlik yaptığım bir dönemde sınıfta okuduğum bir şiir sonrasında öğrencilerim bana, “Hocam hiç âşık oldunuz mu?” diye sordu. Ben de onlara: Hiç aşksız kalmadım ki, dedim.
Aşksızlık insanı kurutan, yok eden bir ruh halidir, müptezel bir hastalık gibi. Oysa aşk, insanın yolculuğunda en önemli yoldaşı ve refikidir. Aşkın da beslendiği en önemli kaynak ise sevgidir. Sevgi sürekli aşkı besler, sevgiden beslenmeyen aşk, aşk değildir. Geçici heyecanların, günübirlik tutkuların basit aracısıdır sadece. Bu yanlış sapmalardan aşkı koruyan ve doğru bir iklimde yol almasını sağlayan şey yine sevgidir. Ben aşkın da sevginin de şiire ruh veren ve vazgeçilmez iki önemli kavram olduğunu düşünüyorum. Bu düşüncenin de ötesinde kelimelere, şiirlerime incecik tülden giydirdiğim bir elbise gibidir adeta. O nedenle bende aşkın karşılığı anlamlı bir başkaldırıştır. Ayrılıktan vuslata yolculuğun adı, susuz iklimlere hayat veren yağmurun nefesidir aşk. Tüm evreni kuşatan varlık sancısı, zerreden bütüne ulaşma çabasıdır.
Talip Işık’ın şiire sevdası nasıl başladı. Şiir; sizin yaşamınızda nerededir?
Adana’da Lise yıllarımda zaman zaman deftere karalamalar yapardım. Daha çok duygusal ve yüzeysel çalışmalardı bunlar ta ki Recep Garip’le tanışana kadar. Vakıf sohbetlerinde onu büyük bir hayranlıkla dinlerdik. Şiir gibi konuşur kullandığı ifadelerle zihnimizde şimşekler çakardı. Hemen her toplantıda dosyalarının arasından yeni yazdığı şiirlerden birini çıkarır bizlere okur sonra da şiirle ilgili görüşlerimizi alırdı. Filistin’e Ağıt şiiri unutamadığım en güzel şiirlerindendir mesela. Mavi Gül, Bir Leyla Düşü gibi birçok şiirini, ilk kitabı Deprem Sesi Bir Sahil’i defalarca okumuşumdur. İşte bu dönemde on kişilik bir arkadaş gurubumuzla Recep Hocamın evinde sıcak çorba ve çay eşliğinde bir yıl süreyle atölye çalışmaları yaptık. Doğudan, batıdan her cenahtan yoğun şiir okumaları gerçekleştirdik. Bu çalışmaların üstüne Hocamızın öncülüğünde on üç sayı çıkarttığımız Yeni Sıla Kültür Sanat Edebiyat dergisinde şiirler yazdım. Ve bu dönemde şiirin ne denli ciddi bir uğraş olduğunu gördüm. Önce âşık olacaksınız sonra yazacaksınız derdi Recep Hocam. Önce şiirde ideolojiden uzak durmamızı kalemi ve yüreğimizi aşkla yoğurmamızı salık verdi bizlere. Şiirde belirli bir noktaya geldikten sonra usta bir eda ile bunu yapabileceğimizi fakat o dönem için bunun şiirimize zarar vereceğini, gelişimimizi olumsuz etkileyeceğini söylerdi. Günü geldiğinde ise yazmaktan kaçamayacağımızı ve zamana tutuklu olacağımızı öğretti. O dönemde Recep Hocam ne demişse harfiyyen uyguladım. Şiir düşünmeden şiir yazmak mümkün değildir. Baktığınız her şeyde şiiri görürseniz yazabilirsiniz. O nedenle şiiri tanıdığımdan bu yana o hep benimle olmuştur. Bazen zamandan ve mekândan kaçarak sığındığım tek limandır şiir.
Bugünlerde bir çalışmanın içerisindesiniz galiba. Arka arkaya kitaplarınız baskıdan çıkıyor. 4 kitabınız da yeni mi? Tuana, Adını İsyan Koydum Aşkın, Yağmuru Beklemez Mısralarım ve Aşk Risâlesi… Bu kitaplarınızı bize kısaca tanıtabilir misiniz?
“Tuana-toprak kahırlı bugün-” 1996 yılında Üç Kitap ismiyle Sıla yayınlarından çıkan ilk şiir kitabım. Uzun zaman oldu ve ilk baskı gibi yeniden Mavi Çizgi’den “Tuana” ismiyle çıkarttık. İlk dönem şiirlerimi kapsayan, Gurup Genç’ten Abdullah Taşkıran’ın seslendirdiği Kara Zulüm marşının da bulunduğu “Tuana” kitabı üç bölümden oluşuyor; Tuana bölümünde aşka ve sevdaya dair şiirler, Dilan bölümünde zulme karşı duruşu ortaya koyan şiirler ve Akşamlar bölümünde ise insan ve doğa temalı şiirler yer almıştır. “ “Adını İsyan Koydum Aşkın” ise yine ağırlıklı olarak üniversite yıllarımda kaleme aldığım aşk şiirlerimden oluşmaktadır. Yağmuru Beklemez Mısralarım” kitabı uzun bir naat olarak tasarlandı ve prestij kitap olarak Rehber yayıncılıktan çıktı. Dördüncü şiir kitabım Aşk Risâlesi şuan baskıda. İsmiyle müsemma, tamamen aşk şiirlerimden oluşan bir kitap oldu Aşk Risâlesi. “Mürekkep Yarası” ise dosya halinde bekliyor onu da inşallah bu yıl çıkartacağım ve beş kitap serisini tamamlayacağım.
Günümüzde sanal ortamda hızla bir şair –yazar artışı görüyoruz. Bu yeni kalemlere neler tavsiye edersiniz?
Her insan bir hevesle dönem dönem şiirler yazar ancak bunun uzun soluklu ve kalıcı olabilmesi için disiplinli bir çalışmaya ihtiyaç var. Şiir salt duygulardan oluşmaz. O duyguları besleyen kültürel alt yapının da son derece güçlü olması gerekir. Dile hâkimiyet, gözlem ve insanın kendine özgü dili yakalaması önemlidir. Günümüzde maalesef sanal âlemde kimlik oluşturmak, dikkat çekmek ve farklı amaçlar için şiire benzer yazıları kullanma sevdasında olanlar var. İnsanlar yazsınlar, yazma çabası içinde olsunlar bu güzel bir şey. Ve bunların içinde son derece başarılı arkadaşlarımız da var. Ben zaman zaman onlara kimi tavsiyelerde bulunuyorum. Yazıyı, şiiri daha fazla ciddiye almaları ve kendilerini geliştirmeleri noktasında yol gösteriyorum. Ancak söylediğim gibi şiir yazı alanları içinde en zor olanıdır ve ciddi emek ister, işçilik ister. Derin düşünmeyi, yoğun okumalar yapmayı gerektirir.
Sosyal medyadaki profilinizi incelerken bir resimle birlikte şu soruyu sormuşsunuz. Ben de bu soruyu size yöneltmek istiyorum. Siz hangi mevsimdensiniz?
Şiirle birlikte şair birçok yolculuğa çıkar. Bu kimi zaman yeni arayışlardan kaynaklanır kimi zamansa yeni keşifler içindir. Bunun için farklı düşünmek farklı hissetmek şart. Gökkuşağı şiirimde,
“gökkuşağı gibidir insan
her renginden ayrı bir duygu sağılır
sağılır güneş
aynalarda yüzüm sağılır” şeklinde ifadem olmuştu. İnsan, her mevsimden birşeyler taşır. Bu durum o anki duygularımıza göre değişir. Ben tüm bunlarla birlikte kendimi bir başka mevsime yani beşinci mevsime taşıyorum. İnsanın sonsuz bahara yüzünü dönmesi, sükût limanında şiirden gemiler yüzdürmesi gibidir bu.
‘’Biraz gece biraz ay ışığı biriktiriyoruz avuçlarımızda”
Şairler iç âlemlerinde med ceziri en yoğun yaşayan insanlardır, diye düşünüyorum. Farklıdırlar, çok yönlü bakarlar ve gözleri hep hüzün kokar, sözleri gibi…
Evet, Sündüs Hanım şairin bamteline dokundunuz. Tüm bu şiirlerin, kelimelerin müsebbibi sanırım bu soruda gizli. Bazen düşünüyorum, “Şiirle hiç tanışmasaydım, şair olmasaydım nasıl hissederdim” diye. Sanırım her şey çok yavan, anlamsız ve sıradan gelirdi. İşte şiir tamda burada devreye giriyor. O her şeyin özü, ruhu, mayası ve anlamıdır. Arılar yüzlerce binlerce çiçeğe dokunarak bal yaparlar. Ve bu onların yazdığı en güzel şiirdir bence. Şairler de hayatın, insanın, doğanın, varlık ve yokluk âleminin ruhuna dokunarak yazarlar şiirlerini. Kelimeler büyülü çalgılar gibi okşar ruhunu şairin. Kelimeler farklı gelir, rüzgar farklı eser, dağ başka seslenir, sevgili başkadır onda, aşk başka.
Tüm bu başkalıklar içinde kendinde olmaya çalışır insan, ne kadar kendinde kalabilirse. Elbette bu ruh halinden nice med cezirler, hüzünlü yürüyüşler çıkar.
“Hüznü suretine vurmuş
Camdan bakıyor
Belli ki yaraları
Kanıyor”
Şairler daha doğrusu kalemler zamanla yalnızlaşıyorlar. Ailelerinden bile uzaklaşabiliyorlar. Sizde nasıl vuku buldu bu, şair olmanın getirdiği eksiler var mıdır?
Şair başkaları için şiir yazmaz, kendinde olanı yazar. Ve yazılan her şiir paylaşıldıktan sonra şairin olmaktan çıkar. Şiirde her okuyucu kendinden bir şeyler bulur. Şair, şiir yazarken yalnızdır. Yalnız bir seyyah olur duygu ve düşüncelerini kah acılarla kah tebessümlerle kaleme alır. Şairin en hassas olduğu nokta şiir yazma anıdır. Sanırım en çok sıkıntı bu hal üzereyken yaşanır. Tamamen dış müdahalelere kapalı durumda olmak gerekiyor ya da şair kendini kapatır ve içsel yolculuğunu başlatır. Bu haldeyken şair elbette her şeyden uzaklaşır bir tek şeye yönelir. O her şeydir aslında.
Tüm bu şiir yazma hallerimde göstermiş olduğu anlayıştan ve fedakârlıklarından dolayı buradan sevgili eşime bir kez daha teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Şair olmanın getirdiği eksilere gelince: Farkında olmak, tüm güzellikler bir yana gerçekten acıyı ve hüznü de şairin ruhunda damıtan, biriktiren, çoğaltan bir şey. Her saat yükünüzün daha da ağırlaştığını hissediyorsunuz. Haykırışlarımızın, suskunluklarımızın temelinde de bu var sanırım. Ne çok acı var, diyor ya Zarifoğlu.
Günümüz ve daha önceki yüzyıllarda belleğinizde yer eden yazar ve şairlerden örnekler verir misiniz? Sizi en çok etkileyen şairler kimler olmuştur?
Şiire başladığım dönemlerde çok yoğun şiir okumaları yapmıştım. Her şairde farklı bir dünya keşfettim. Rilke, Eluarde, Bodler, Lorca, Nesimi, İsmet Özel, Sezai Karakoç ve hepsinin üstüne beni çarpan ve ilk 1988 yılında vefat haberiyle adını duyduğum Cahit Zarifoğlu olmuştur. Bunların dışında keyifle okuduğum elbette yüzlerce şairimiz var. Asaf Halet Çelebi, Ahmet Haşim mesela.
“Geceyi adımlayan ırmak oldu kalbim
Tutup çıkardım gençliğimi kuşlardan
Göğsümde kapanmaz aşk yarası
Avuçlarımdan emzirdiğim
köhne vakitlerde kaldı kelimelerim”
Tutup çıkardım gençliğimi kuşlardan
Göğsümde kapanmaz aşk yarası
Avuçlarımdan emzirdiğim
köhne vakitlerde kaldı kelimelerim”
Mehmet Akif der ki, “Kabiliyet %10sa %90’ı emektir.” Şiir yazarken de sizce yetenek ve bilgi insan ruhunda nasıl harmanlanmalı. Sözde değil de özde şair nasıl olunur.
Özde her şair şiiri içselleştirmiştir. Kendi mimari anlayışıyla şiire yeni bir tarz yeni bir soluk getirmiştir. Kesinlikle bu süreç ilgi ve yetenekle birlikte müthiş bir işçilik ve emek ister. Ben de yayınlamadığım hatta yayınladığım bazı şiirlerimde bile değişiklik yaptığımı biliyorum. Bazen bir kelime şiirin bütün encamını değiştirir. Onun içindir ki şiir; kelime işçiliğidir.
Birkaç gün önce bana yorum olarak yazılan bir cümle vardı. ‘’Siz kitabı olan bir şairsiniz. Bu nedenle profesyonel yazıyorsunuz.’’ Benim de sorum; her kitabı olan şair işin ehli midir?
Her şiir kitabı çıkaran elbette şair değildir. Yahya Kemal sağlığında kitap çıkartmamıştır. Şiiri yazmıştır. Asıl olan kitap çıkartmak değil şiir yazmaktır. Kitap şairin şiirlerinin derlendiği, bir araya getirildiği matbu bir eserdir. Geçmiş dönemde buna divan adı verilirdi. Şairler şiirlerini divanlarda toplarlardı.
Her şairin yazarken kendisi için özel bir alan ve zaman oluşturur. Sizin yazarken oluşturduğunuz veya tercih ettiğiniz bir ortam var mıdır?
Şiire tutkuyla bağlanmış bir şair için ne zamanın, ne mekânın ne de ortamın bir önemi yoktur. Saati vakti gelmişse az önce belirttiğim gibi zamana tutuklu olur ve yazmaktan başka çareniz kalmaz. İlk dönemlerde kağıt ve kalem, sonra daktilo ve şuanda ise bilgisayarda yazı ve şiirlerimi yazıyorum. Bunun dışında kağıda notlar alıyorum ve uygun zamanda üzerinde çalışıyorum. Ben şiirlerimin çoğunu gece 24 ile 03 arasında yazıyorum. Sanırım bu insanın en çok kendisiyle baş başa olduğu vakitler. Gecenin ve günün tüm ağırlıklarını üstünden attığı vakitler.
Sevgiyi ve aşkı bu denli işleyen şairimizin naatlardan oluşan bir kitabı da var. Sizi böyle bir yola sevk eden neydi?
Naat yazmak şiire başladığım ilk günden itibaren içimde hep var olan bir duyguydu. Şiirimin, duygu ve düşüncelerimin daha yetkin hale gelmesini bekledim. Sevgiliye çokça seslenişlerim olmuştur birçok şiirimde.
Naatı müstakil bir kitap olarak düşünmemin nedeni genç kuşaklara peygamberimizi anlatan kalıcı bir eser bırakmaktır. Bunun dışında Kaab bin Züheyr peygamberimizi öven bir yazmış ve peygamberimiz de hırkasını kendisini hediye etmiştir. Bu olaydan sonra hemen hemen tüm şairler peygamberimizin sevgisine ve şefaatine nail olmak için birbirinden muhteşem naatlar kaleme almışlardır. Acizane şahsımın da muradı budur.
“Her derviş aşkta ‘’kul’’ olmayı değil;
Aşkta ‘’kül’’ olmayı murad eder.”
Talip Bey, gençlerimize, yeni kalemlere söylemek istedikleriniz nelerdir? Şair olsunlar mı?
Bir toplumda şiir yazanların, okuyanların sayısı ne kadar fazla olursa o toplumda düşüncenin gelişimi de o denli hızlı olur. Medeniyet tasavvuru büyür ve o toplumu örnek toplum haline getirir. Bu bizleri ziyadesiyle mutlu kılar.
Ancak ben de şair olacağım demekle şair olunmuyor. Bu uzun bir süreç, uzun bir yolculuk. Öncelikle bilinçli iyi bir şiir okuyucusu olmak, şiiri tanımak gerekiyor. Bu kültürel atmosferde insan ister istemez duygularını ifade etme yoluna gidecektir. Aslında bu kişinin şiire başlama noktasıdır. Bu noktada insan kendisini tanır, kendinde olanı fark ederse şiir yolculuğu da başlamış olur.
Bize bu söyleşi fırsatını tanıdığınız için tekrar teşekkür ediyorum. Ölümsüz şiirlere imza atmanızı diliyorum. Sizin belleğinizde yer eden ve çok sevdiğiniz bir şiiriniz vardır mutlaka. Okuyucularımızla onu paylaşmanız bizi mutlu edecektir.
Müsaade ederseniz Rahmetli Cahit Zarifoğlu’na yazdığım Aşk Tutulması isimli şiiri okuyucularımızla paylaşarak bu güzel söyleşimizi bitirelim.
Aşk Tutulması
Cahit Zarifoğlu’na
bir uzun soluk, bir göverti kopar
kopar şehrin yüreğimize yaslanmış bakışları
ses kopar, insan topraktan yağmur buluttan kopar
tenimize yapışır ırmaklar
tutulur kaldırımlarda yontulmuş fesleğenler
tutulur karartıda aşkı gövdesinden ayıran kelimler
yüzlerine günışığı düşmüş çocuklar
kalakalır eteklerinde sevdanın
aşk tutulur hercai yalnızlıklar serperek toprağa
tutulur kan kırmızı yüreğinde zamanın
şimdi dağlan kalbim dağlan
acıyı harla içimizde yansın fenerler
şimdi dağlan kalbim dağlan
suların gölgesinde kıvranır melekler
acı seğirtir, kıyılar çekilir yüzümüzden
aşk tutulur, gözlerinde çoğalır hüzün denizleri
şimdi dağlan kalbim dağlan
unutulan her acı için dağlan
bakırdan güneşlerin gölgesinde
kalbimin köklerine değiyorsun ey aşk
sen de dağlan sevgilinin incelen nefesiyle
sen de dağlan son bir acı daha düşsün toprağa
atlar toynaklarıyla yırtsın düşlerimizi
yalnız mavi gök kalsın aramızda
aşk çekilsin, ay tutulsun
gece hoyrat bakışlarıyla bir kez daha
yoklasın kalbimizi
çorak yağmurlar konsun pencerelere
gök sussun sessiz bir isyana dönüşsün ırmaklar
şimdi dağlan kalbim dağlan
aşkları yağmalanmış her ülke için dağlan
yalınayak yollara düşsün Züleyha
düş kursun çölde dağ olsun dağlansın
umut olsun sonsuz bir seraba yaslansın
dağ göversin zarif bir acıyla yeniden
dağlansın Züleyha
gözlerinle dokun yaşamın kışkırtan yanlarına
sularda isyan köpürsün diriliş muştusuyla uyansın Kudüs
ellerinle dokun göğümde yankılanan ezan seslerine
kadınlar çocuklar devşirsin buğday başaklarından hasreti
mü’mince bakan yürekler kanatlarıyla yıksın
şehrin putlarını
şimdi yitik bir seyyah ol İslam haritasında
her kapıyı çal her pencereden gir içeri
her mazlumun kalbine kurul
Ebâbil ol taşla inancı örten karanlıkları
şimdi dağlan kalbim dağlan
unutulan her acı için dağlan
Talip Işık
_______________________________
Talip Işık; 1968’de Adana’nın Küçükçınar köyünde doğdu. İlköğrenimini Adana’da tamamladı (1980). Adana İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldu (1987). Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi (1994). Ahmet Yesevi Üniversitesi Yönetim ve Organizasyon bölümünde yüksek lisansını tamamladı (2014). MEB’de uzun süre öğretmenlik, TBMM’de 22. Dönem Mv. Danışmanlığı ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nda bakan danışmanlığı görevlerinde bulundu. Türkiye Yazarlar Birliği Ankara Şubesi Başkanlığı görevini yürüttü. ‘Annem’ isimli ilk şiiri Kadın ve Aile Dergisinde yayınlandı (1988). Yeni Sıla, Yazı Atölyesi, Dil ve Edebiyat, Nida, Kardelen, Müslüman Genç, Bir Nokta, Yeni Ufuk, Ay Vakti, Kırağı, Kadın ve Aile, Yeni Dünya, MEB Eğitim Dergisi, Buruciye Edebiyat, Şehrengiz, Âyine, Berceste, Yeni Edebiyat Yaprağı’nda yazı ve şiirleri yayınlandı. Nurettin Topçu ve İ. Fethi Gemuhluoğlu belgesellerinin senaryolarını yazdı. Kara Zulüm, Haykırır Sevdam, Her Gün Yeniden Doğar Güneş isimli şiirleri Gurup Genç tarafından ezgi olarak bestelendi. Nida dergisinin düzenlemiş olduğu şiir yarışmasında ‘Tuana’ isimli şiiriyle birincilik ödülü aldı. Kitapları: Şiir: Tuana –toprak kahırlı bugün-, Adını İsyan Koydum Aşkın, Yağmuru Beklemez Mısralarım (Naat), Aşk Risâlesi.