SEMRA YILMAZ
Tasavvufi Polisiye Mimarı Çerkez Bozdağ
“Şair Çerkez”
İlkokul üçüncü sınıftayken 23 Nisan’da sınıf öğretmeni kendisinden 23 Nisan’la ilgili bir şiir bulup okumasını ister. Ancak o günlerde değil şiir bulmak kütüphane bulmak bile zordur. Öğretmenine karşı mahcup olmak istemeyen Çerkez Bozdağ en son çare olarak kendisi kalem-kâğıda sarılır ve içinden geçenleri kâğıda döker. Bu onun yazdığı ilk şiirdir. Öğretmenleri ve arkadaşları tarafından takdir görünce bu işin devamı gelir. O artık sınıfta ve koridorlarda “Şair Çerkez” olarak çağrılır ve tanınır. O gün bugündür Çerkez Bozdağ kalem ve kâğıtla dosttur. Yazmak onun için hava gibi, su gibi, toprak gibi hayatidir ve vazgeçilmezdir…
Serin bir güz akşamı mevsimi içimize çeke çeke çaldık şairimizin kapısını. Hikâyesini, yaşadıklarını, yazdıklarını, yazamadıklarını bir de ondan dinlemek istedik. Kimdir Çerkez Bozdağ? Ne yer, ne içer, nerde yaşar, neler yazar, kime yazar, niçin yazar?
Bizi güler yüzle karşıladı. Ama yüzünde derin çizgiler vardı. Saçlar ağarmış, gözler nemli… Yılların izi mısra mısra yanaklarında birikmiş…“Hayat imtihandır, acıklı bir şiirdir!” diyor Çerkez Bozdağ ince belli bardaktan tavşankanı çayımızı önümüze koyarken. Kibar, zarif ve bir o kadar da mülayim bir adam. Hem şair, hem öğretmen, hem baba, hem dede, hem yazar, hem de gönül insanı.
Tasavvufi Polisiye Mimarı Çerkez Bozdağ
Evet, kimdir Çerkez Bozdağ? Ordan başlayalım istedik. Çocukluğundan başladı bize kendi hayatını özetlemeye. Hani der ya Behçet Necatigil “Açılır parantez kapanır parantez.” Aynen böyle. Onca yaşanmışlıklar, yaşanmamışlıklar bir tarafa, başlarız söze ve fısıldarız hikâyemizi üçüncü kişilere, birkaç cümlede bitiririz her şeyi.
Evet, kimdir Çerkez Bozdağ? Ordan başlayalım istedik. Çocukluğundan başladı bize kendi hayatını özetlemeye. Hani der ya Behçet Necatigil “Açılır parantez kapanır parantez.” Aynen böyle. Onca yaşanmışlıklar, yaşanmamışlıklar bir tarafa, başlarız söze ve fısıldarız hikâyemizi üçüncü kişilere, birkaç cümlede bitiririz her şeyi.
Anlattıklarından özetle: 1955 yılında Mucur’da doğmuş. İlk, orta ve liseyi orada okuduktan sonra Konya Eğitim Enstitüsü Türkçe Öğretmenliğine kaydolur. Oradan mezun oluyor. Tokat, Hatay, Kırşehir ve Ankara başta olmak üzere birçok ilde Türkçe ve Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yapar.
2004 yılında, Ankara’da emekliye ayrılır. Ayrılır ama öğretmenlik bir kere damarlarına işlemiş. 2013 yılına kadar da Ankara ve ilçelerinde bazı özel okullarda çalışmaya devam eder.
Emekliliğe ayrılır ayrılmaz yazı çalışmalarına ağırlık verir. Romanlar, öyküler, şiirler, hikâyeler, tiyatro eserleri… Hepsiyle barışıktır, hepsiyle tabir yerindeyse kankadır. Elinde onlarca kitap yapacak kadar metinleri var. Ancak yayınlamada geç kaldığını düşünüyor. Fakat yazmaya devam diyor. Şu anda okuyuculara ulaşan beş kitabı var. Bir şiir kitabı, bir hikâye, bir de üç ciltlik bir roman serisi. “Yarasanın Tüyleri 1- Kötü Bir Şey Olacak- roman serisinin ilk kitabı. Bir kitabını takriben iki yıl içerisinde bitiriyor, basım aşamasına getiriyor. Katiller Yok Olacak romanını on sekiz ayda bitirmiş.
Çerkez Bozdağ’da her yazarın hayatında olduğu gibi yazı çalışmalarını edebiyat öğretmeninin teşviklerine borçludur. “Onun teşvikleri olmasaydı yazamazdım belki de!” diyor söz arasında. İlk yol göstericisi o oluyor. Rahmetli Tayip Canatan. Nur içinde yatsın.
Yazmanın İlk Şartı: Okumak
Tasavvufi Polisiye Mimarı Çerkez Bozdağ
Çerkez Hoca yazmak kadar okumayı da önemseyen bir yazar. Hatta okurluğu yazarlığından önce gelir. “Önce okurum, sonra yazarım” diyor. Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Hamdi Tanpınar, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Peyami Safa onun favori yazarları… Severek okur, severek yazar…
Gelenekten beslendiği için kitaplarını okuyanlar gayet akıcı buluyorlar, devamını istiyorlar. Roman üçlemesi böyle çıkıyor ortaya. Arz talep meselesi… İlk üç kitabı polisiye… Daha da ilginci tasavvufi polisiye. Türkiye’de bir ilk! Heyecan had safhada. Karakterler, mekân tasvirleri gayet başarılı bulunuyor okurlar tarafından. Bu da Çerkez Hocaya yazma aşkı veriyor. Kitaplarını okuduktan sonra dönüş yapan okuyucuların memnuniyeti cabası…
Derdimizdir Bize Yazdıran!
Tasavvufi Polisiye Mimarı Çerkez Bozdağ
“Ne zaman yazıyorsunuz” sorumuza ”geceleri” cevabı geliyor. Anlaşılan o ki, o da geceyle sırdaş yazarlardan. Çünkü gece doğurgandır, gece üretkendir, gece sessizdir, gece dosttur… Geceyi dost bilmek, geceye sığınmak, yüreğini geceye açmak ve gece yol almak! Gece ve Çerkez Bozdağ: Ayrılmaz ikili…
Dertli bir yazardır. Kalemi eline tutuşturan dertleridir. Kalemiyle söyleşe söyleşe yazanlardandır.
“Her yazarın yaşadığı sıkıntıları ara sıra ben de yaşıyorum. Genellikle geceleri yazıyorum. Yazarlığa soyunanlar, toplumun dertlerini, sorunlarını iyi bir şekilde gözlemleyip yazıya dökmelidir. Kendi halkının ve bütün insanlığın acılarıyla, sevinçleriyle iç içe olmayan bir yazarı, kimse dikkate almaz. Zaten okuyucular içinde kendilerini buldukları kitaplara yönelirler.”
Yazmayı çok sevdiği halde tanınmadığından şikâyetçi! Daha çok insana ulaşmak istiyor. Kırşehir’le sınırlı bir yazar olarak kalmak ona acı veriyor:
“Benim şu anda en çok ihtiyacım olan şey reklam. Eserlerimin tanıtılması. Bu konuda sıkıntılarım var. Yazarlığımı değerlendirmek ise değerli okuyucularımızın takdirine kalmış bir şey. Doğal olarak her yazar yazdığı her eserde bir öncekini tekrarlamaktan kaçınmalı. Sürekli kendisini yenilemeli. Yani “eskimeyen yeni” olmalı. Bunun için de gerek ülke çapında gerekse dünya çapında her türlü edebî çalışmaları takip etmeli. Yazdığı her eser bir öncekinden daha güzel olmalı. “
İşin püf noktasına vakıf Çerkez Hoca… Neleri okuması, neleri yazması ve nasıl yazması konusunda yetkin bir kalem… Yazarlık, sabır, emek ve kültürel birikim isteyen, çileli bir yolculuktur, sözlerimize katılıyor ve ekliyor:
“Evet, bana göre de yazarlık, sabır, emek ve büyük bir kültürel birikim isteyen, çileli bir yoldur. Yorulmadan, emek vermeden, kırk defa yazıp-bozup, metni olgun düzeye getirmeden kimse gerçek anlamda yazar olamaz. Ancak işin bir de manevi boyutu var. Allah vergisi. O da olmalıdır. Kuru kuruya emek sırıtır. Allah, insanlara yazma yeteneği verir. İnsanlar ise bunu eğitim yoluyla, büyük gayretler harcayarak geliştirir. Sokakta ağlayan boynu bükük bir çocuğu görüp de onun acısını içinde hissetmeyen bir insan bana göre yazı yazamaz. İnsanlara ve çevreye duyarlı olmak bir yazarın taşıdığı en büyük meziyettir.”
İlhamı Perisi!
Emeğin yanında “ilham” geliyor dilimizin ucuna: “İlham… Az önce de ifade ettiğimiz gibi o, Allah vergisi bir şey. Tıpkı kalp krizi gibi insanı hiç beklemediği bir anda yakalar. O anda yazar ya da şair kâğıt kalem aramaya başlar. Bir yazarın ya da şairin ilham geldiği anda yazdıkları, zorlayarak yazdıklarından daima çok daha güzel olur. Yazarlıkta ilhama inanırım. Fakat ben ilhama inandığım kadar emeğe ve iş gücüne de inanırım, ikisi birbirini tamamlamalıdır. Şaheserler bu ikisinin toplamıdır.”
Kitap Yazma Süreci!
“Önce kişileri, olayları ve mekânları çok iyi bir şekilde gözlemlerim. Sonra bu gözlemlediklerimi kafamda kurgularım. En sonunda da bunu yazıya aktarırım. Kitabın başlığını genellikle önceden belirlerim. Fakat yazdıklarım ilk kurgudan uzaklaşır başka mecralara akarsa o başlığı değiştiririm.”
“Yazdıklarım genel olarak her yaş grubuna hitap ediyor. 15-30 yaş grubu ise beni daha çok okuyor. Kapağın ilgi çekici olmasına, kitabın iyi ve temiz biçimde basılmış olmasına dikkat ederim. Sürekli okuyan biriyim. Okumak benim için su ve ekmek gibi, aldığım nefes gibi…”
İlimizde okuma durumu nasıl? Merak ettiğimiz konulardan biri. Bir yazar olarak ilimizdeki okuma durumuyla ilgili değerlendirmesini de almak istedik. Önce acı bir tebessüm yayılıyor yüzüne. Sonra da yılların verdiği bir olgunlukla mırıldanıyor:
“Maalesef ilimizde okuma oranı çok düşük” diyor ve ekliyor: “İnsanlarımız okumuyor. Kendi kitaplarımı okumaları için hediye ettiğim pek çok dostumun da, hiç kitap okumadıklarını üzülerek gördüm. Kırşehir’deki yazarların hemen hemen hepsiyle irtibatım var. Hepsiyle dostuz. KIYŞAD’ın toplantılarında görüşüp fikir alışverişinde bulunuyoruz. Birbirimizin çalışmalarından haberdar oluyoruz. KIYŞAD (Kırşehir Şairler ve Yazarlar Derneği) bunların başında geliyor. Ayrıca gençlere hitap eden bazı kafelerde de kitap ve okuma üzerine yapılan sohbetlere katılıyoruz. Maalesef hepsi de aynı dertten, az okunmaktan muzdarip.”
Yazar Adaylarına Tavsiyeler
Yeni yazarlara- yolda olanlara tavsiyelerini de ihmal etmiyor. “Öncelikle Türkçemizin kurallarını çok iyi öğrensinler. Bir gözlemci, bir eleştirmen gibi çok kitap okumalarını, kendi yazdıklarını, bu işi iyi bilen kişilere okutmalarını tavsiye ederim” diyor.
Son olarak üzerinde çalıştığı çalışmalar var mı sorumuz üzerine önce acı bir tebessüm yayılıyor yüzüne sonra da içindekileri çokça dışarı taşırmadan cevap veriyor.
“Hep yazıyorum. Yazmaya devam ediyorum. Son nefesime kadar da yazarım inşallah. Ama bu aralar şiirle dostuz. Hem yazıyorum hem okuyorum. “Bana Ağlama Ankara” isimli yeni bir roman çalışmam var. “Yarasanın Tüyleri“ romanımla “Deli Yeşil” adlı hikâye kitaplarımda mekân olarak hep Kırşehir’i tercih ettim. Kırşehir insanının yaşayışına ışık tuttum. Tarihe damgasını vuran Allah dostlarından Ahi Evran Veli ile Hacı Bektaş Veli’yi işledim. Bu romanımla biraz da Kırşehir dışına Ankara’ya yolumu düşürmek istedim. Umarım başarırız…”
Hülasa
Evet, sohbet çok tatlıydı. Bizi kabul ettiği için teşekkürlerimizi ve kocaman dualarımızı bırakarak ayrıldık. Sarı bir günün esmer akşamıydı. Yollar, caddeler insan ve araba kaynıyordu. Yüzümüzde masmavi bir tebessüm vardı, mutluyduk çünkü derya-dil bir insanın denizinden birkaç damla da olsa bataryamıza koymuştuk. Dudaklarımızda Cahit Zarifoğlu’nun o meşhur mısrası: “Sen sevgileri göğüsle ve ne olur anla”