MEHMET ALİ BAL
Tevvab İsm-i Cemili
“Et-Tevvâb” İsm-i Cemili "(Yegâne) Bütün tövbeleri kabul edip, günahları bağışlayan; günah işleyenler için tövbe kapısını açık tutan" demektir. Biliriz ki, günahları Allah’tan (cc) başka affedecek kimse yoktur. Yine şüphesiz Allah (cc) kendisine samimi olarak yönelen her kalbi münkesir kulunu affedicidir.
Tövbe hususunda çok sayıda ayette Allah’ın (cc) hükümlerini okuruz. En başta Allah (cc) “Allah tövbe edenleri sever” (Bakara/222) buyurmuştur. “Ve O, kullarının tövbelerini kabul eden ve seyyielerini (Günahlarını) affedendir. Ve yaptığınız şeyleri bilir” (Şura/25). “Allah’ın kullarından, tövbeleri kabul ettiğini ve sadakaları aldığını (Kabul ettiğini) bilmiyorlar mı? Ve muhakkak ki, Allah tövbeleri kabul eden ve Rahim (Rahmet nuru gönderen)dir” (Tevbe/104). Unutmayalım ki Kuranı Kerimde “Tevbe” İsmiyle müstakil bir sure bulunmaktadır.
Allah’ın (cc) tövbeleri kabul etmesi günahların affedilmesi ve örtülmesinden tutalım da seyyiatın hasenata tebdil edilmesine kadar çeşitli neticeler ile ifade edilmektedir. Bu hususu bizatihi Allah (cc) vahiy kesinliğiyle hükmetmektedir: “Tövbe edenlerin günahlarını hasenata çevireceğini bildirir” (Furkan/70). Zira imtihan dünyasında samimi ibadetler gibi samimi tövbelerin de kabulü̈ ehemmiyet arz etmektedir. Bundan dolayıdır ki Allah (cc) “Tövbe edip etmeyeceklerini bir takım olaylarla da sınar” (Tevbe/126). Tevhit Hakikatini ilan eder mahiyette “… Ve Allah, dilediği kimsenin tövbesini kabul eder. Ve Allah Âlim’dir, Hakim’dir” (Tevbe/15). Tevvab İsm-i Cemili izahında yer alan “Yegâne” ifadesinin kaynağını işaret eder tarzda, bu ayeti kerimede Allah’ın irade buyurdukları hakkında tövbeleri kabul edeceği belirtilmiştir. Doğrusunu Allah (cc) bilir, buradaki dilemeden murat, tövbeleri kabul edenin sadece Allah (cc) olduğudur.
Bu yüzdendir ki, tövbe ederken “O zaman Rabbini hamd ile tespih et. Ve O’ndan mağfiret dile. Muhakkak ki O, tövbeleri kabul edendir” (Nasr/3). Bu ayetin nüzul zamanını hatırlatacak olursak, Mekke’nin Fethinden sonrasıdır ki, Hazreti Peygamber (s.a.v.) “Artık bana vefatım bildiriliyor” buyurmuştur. Veda haccı sonrasında da Maide 3. Ayet ile buyurulan “…. Bugün dininizi hayır ve saadetiniz için kemale erdirdim ve size ihsan ettiğim nimetimi tamamladım. Din olarak da size İslam’ı seçtim” hükmü̈ karşısında Hazreti Ebu Bekir’in (ra) Allah Resulünün (s.a.v.) vazifesinin bitmiş̧ olduğunu anlayarak ağladığını biliriz.
Dolayısıyla özellikle Nasr suresindeki Allah Resulüne (s.a.v.) matuf hususi mana ve hitabın hem emir hem de hamd eden kuluna iltifatı olarak anlamak mümkün olabilir. Nitekim Fetih Suresinin 2. Ayetindeki hükmü “Ta ki Allah senin geçmiş̧ ve gelecek bütün günahlarını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni doğru yola iletsin” bu hakikati teyit etmektedir. Bu uzun izahtan maksadımız şudur ki, Allah (cc) “O zaman Rabbini hamd ile tespih et. Ve O’ndan mağfiret dile. Muhakkak ki O, tövbeleri kabul edendir” (Nasr/3) buyurarak Habib-i Ekrem’ine (s.a.v.) iltifatın yanında umuma da tövbenin en güzel şeklini öğretmektedir. “Hamd” her hangi bir nimetin karşılığı “Şükürden” farklıdır; Allah’ın (cc) Mukaddes ve Münezzeh Zatının övülmesidir. Tespih ise O’nun (cc) Yüce adının sabah ve akşam (Bukraten ve asile) anılmasıdır. O’ndan (cc) mağfiret dilemek ise aslında sadece O’ndan mağfiret dileme manasını içermekte, bu da Tevhit Hakikatinin şuurda yaşanmasıdır.
Bu hakikatin aksi ile ifadesi biz kulları için bir taraftan ne derece tehditkâr ve diğer taraftan da ne kadar da ferahlık vericidir: “Ey kendilerinin aleyhinde (Günahta) haddi aşanlar! Allah’ın rahmetinden ümidi kesmeyin… Şüphesiz Allah (Şirk ve küfürden başka dilediği kimselerden) bütün günahları mağfiret buyurur. Şüphesiz ki O Gafur’dur (Çok bağışlayıcıdır) ve Rahim’dir (Hususi rahmeti pek bol olandır)” (Zümer/53). Bağışlanma isteği, ihtiyacı ve şuuru bir kulun isteğinden öte Allah’ın (cc) bir emridir, hükmüdür. Günahların insan şuurunu kilitleyip, daha çok günaha itmemesi için Allah’ın (cc) bu ayeti kerimedeki hükmüne kayıtsız şartsız ram olmak lazımdır.
İnsan psikolojisi öyle bir labirenttir ki, küçük hatalardan günaha giden yolları bulur. Günah yoluna girdiğinde ise pişmanlığını engelleyecek bir daha fazla günah işleme arzusu duyar. Bu arzu, o kadar şiddetlenir ki, bir süre sonra beşer aklının ihata edemeyeceği kadar yoğunlukta ve çeşitlilikte günaha yol açar. Bu aşamadan sonra tek bir şey kalmıştır, akla asla bağışlanamaz bir günah işlendiğinin kabul ettirilmesi. Aslında bu yeis hali aynı zamanda isyanın ve tuğyanın da kaynağıdır. Allah (cc) bu ayeti kerimede –haşa- “Kesinlikle affedileceksiniz her türlü günahı işleyebilirsiniz buyurmamaktadır”. “Kendi aleyhinize günah işlemekte haddi aşanları da ancak Allah’ın (cc) affedebileceği, O’ndan ümit kesmenin O’nun (cc) Yegâne Rab ve İlah olduğu hakikatini ihlal etmek olduğunu” hükmetmektedir.
Hazreti Mevlana’nın meşhur “Gel, ne olursan ol, gel! İster kâfir ister Mecusi, ister putperest ol, gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş̧ olsan da yine gel!” sözü̈ Tevvab İsm-i Cemilinin ve “Allah’tan (cc) ümit kesmeyin” emrinin hususi bir tefsiri olsa gerektir. Sözün söylendiği dönem Moğol İşgali gibi ağır felaket ve yeis dönemidir. Adeta ümitsizliğin küfre götürücü bir hal aldığı dönemdir. Böylesi dönemlerde İslam cemaatlerini ümit çağrısıyla toplayabilirsiniz kuskusuz.
Günah işleme kadar, Allah (cc) tarafından affedilmeyeceğine inanmanın da küfür derecesinde bir günah olduğu ve yasaklandığını bu ayeti kerimeden anlamaktayız. Ki İslam inanışında “Korku” ve “Ümit” birbirini, tamamlayan iki zirvedir. Allah’ın (cc) Celali isimlerinin tecellileri de Cemali isimlerinin tecellileri de müştereken tefekkür edilmeli ve kabul edilmelidir. Doğrusunu Allah (cc) bilir ancak, ayet kerimedeki yeis hali ile isyankârlardaki temerrüt hali birbirine çok yakın görünmektedir. Allah (cc) bizleri bu halden korusun.
Allah’ın (cc) bizleri tövbeye teşvikimde elbette sayısız hikmetler vardır. Tevvab İsm-i Cemili kulun tövbesinin, istiğfarının sayısız kere tekerrürüne, tıpkı ismin mübalağa sigası gibi tövbenin de mübalağa sigasıyla yapılmasına delalet etmektedir. Tövbe ve istiğfar kulun kemale ermesi için adeta niyaz basamaklarıdır. Hazreti Peygamberimizin (s.a.v.) en fazla istiğfarda bulunan olması, O’nun kemal basamaklarında en ziyade yükselmesine delil sayılmıştır. Bu ne güzel bir anlayış̧ ve kavrayıştır.
Bu halin aksi ise bir o kadar kaçınılması gereken korkulacak bir haldir. Tevvab İsm-i Cemilinin sayısız tecellileri dururken, isyan ve tuğyanın ateşlerine atılmak, günaha daldıkça dalmak küfre giden yolları kısaltır.
Hâlbuki ne güzeldir, Allah’a (cc) tamamıyla yönelmek, günahlarımızdan dolayı adeta içimizi yıkayan pişmanlık yağmurlarına tutulmak? Nedamet ile Dergâhı İlahiye’nin kapısına kalbimizin asılı kalması? Her şaşkınlığa düştüğümüzde Allah’a (cc) dönmek ne kadar da bizi asli varlığımıza götürücüdür? “Tövbe” kelimesine lügatler “Pişmanlık duyarak günahından dönmek” manasını vermişlerdir. Bu da güzeldir ancak, pişmanlık duyarak Allah’a dönmek manası üzerinde de düşünmek lazımdır. “Eşyada güzellik esastır” diyen Mecelle müellifini dikkate alırsak, insan varlığının temizliği esastır, günah insan varlığında bir bozulmadır, fesattır, tagayyürdür, kendi özünden uzaklaşmadır. İnsan tövbe ile Allah’a (cc) yönelerek, aynı zamanda kendi asli mahiyetine döner. Günahlarından nedametle özüne yaklaşır. İstiğfarla kemale erer. Kalbi münkesir oldukça, ferdi vahit olur.
Şaşırtıcı olan şudur ki, günümüz dünyasında biz Müslümanlar ya din emirleri karşısında laubali ya günahlar karşısında dirençsiz ya da günah dalgaları arasında yeis ile malul durumdayız. Affedilmeyi bazen yanlışlıkla kullardan beklediğimiz gibi bazen de Allah’ın (cc) haşa affetmeye kadir olmadığını ima ettirecek tarzda yeise düşmüş̧ haldeyiz. Bazen de daha fazla günah işlemek arzusunu kamçılayan günahlarımızı günahlarla örtme telaşı içindeyiz. Yakarışlarımızda bile kendimiz olmayan tarzda samimiyetsiz ve ihlas mahrumu kuru bir lafız hastalığına müptela olmuşuz. Hâlbuki Yegâne tövbeleri kabul eden Allah’tır (cc). Hem de mübalağa derecesinde tövbeleri kabul eder, bizlerin samimi bir şekilde kendisine yalvarmamızı emreder. Kendisini hamd ve tespih etmemizi, istiğfarda bulunmamızı, fiilen de günahlara giden yollardan uzaklaşmamızı ister. Eğer haddimizi aşarsak küfre ait olan yeisten uzak durmamızı emreder.
Böylelikle İslam Ümmetini ve fertlerini günahların mel’abesi (Oyuncağı) olmak derecesinden uzaklaştırır. Batı lügatlerinde “Tövbe” kelimesine “Confession” yani “İtiraf” manası verilmesi bir bakıma bir gerçeği ifade eder. Samimi tövbe için günahlarımızı ilk önce kabul etmemiz lazımdır. Eğer kendimizin günahsız olduğuna inanıyorsak ya da günahın başkalarına yakıştığını ve iyiliğin de bizim tekelimizde olduğuna körü̈ körüne inanıyorsak, savunuyorsak tövbeye yanaşmayacağızdır. Ne yazık değil mi, tövbesiz İslam cemiyetleri, yeise düşmüş̧ Müslüman fertleri! Bir kez daha “Tevvab” İsm-i Cemilini hatırlamalıyız, yâd etmeliyiz, hakikatine yaklaşmalıyız. Zira “Tevvab” İsm-i Cemili Müslüman dünyamızı yeniden inşa etmek için ilk hayati adımları atmamızı temin edecektir.
“Ya Zatı Tevvab (cc)! Günahkâr bir kul olarak rahmet ve hikmet kapına geldim. Gizli ve açık bütün günahlarımdan nedametle sadece Senden bağışlanma diliyorum. Bizleri her şeyden önce islediğimiz günahların günah olduğu şuurunu ver. Hakkı hak ve batılı batıl olarak görme basiretini ver. Ve “Nasuh tövbe” ile Sana yönelmeyi ihsan et. “Ey iman edenler! Allah’a öyle bir tövbe edin ki, tam bir pişmanlıkla halis bir tövbe olsun. Olur ki Rabbiniz, kötülüklerinizi örter ve sizi (Ağaçları) altından ırmaklar akan cennetlere koyar. O gün Allah peygamberini ve onunla beraber iman edenleri utandırmayacaktır. (Sırat üzerinde) nurları önlerinde ve sağlarında koşup parlayacak, şöyle diyeceklerdir: “Ey Rabbimiz bizim nurumuzu tamamla (Bu sırat üzerinde nurları sönen münafıklar gibi bizleri yapma). Bizi bağışla; muhakkak ki Sen her şeye kadirsin (Gücü yetensin)” (Tahrim/8) ayetinin hakikatini idrak edebilmeyi, şuuruna erişebilmeyi nasip et.
Ferdi günahlarımız kadar içtimai günaha dönüşmüş günahlara karşı da bizleri müteyakkız kıl, nadim kıl, buyurduğun gibi nasuh bir tövbe ile halis bir yönelişle Sana yalvarabilmeyi, kendimizi ıslah edebilmeyi hidayet eyle. Âmin.”