Türkan Şoray
Türk Sineması Günleri’nde
Sinemayı Anlattı
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde düzenlenen "Türk Sineması Günleri" adlı programa konuk olan Şoray, Yeşilçam döneminde yaşadığı deneyimleri, yönetmenlik serüvenini ve sinema anılarını anlattı.
Yeşilçam'ın usta oyuncusu Türkan Şoray, tüm hayatını sinema filmleri içerisinde yaşadığını belirtti:, "Benim diğer oyunculardan farkım sanırım hiç özel hayatım olmadı. Yani her gün film çeviriyordum ve bu giderek hayatımın vazgeçilmez bir parçası haline geldi." dedi.
Şoray, Prof. Dr. Ergün Yolcu'nun oturum başkanlığını üstlendiği programda, sinema alanında çalışmaya ailesiyle yaşadığı ekonomik sıkıntılar dolayısıyla 15 yaşında başladığını söyledi.
Şoray, henüz 7 yaşındayken gittiği açık hava sinemasından etkilendiğini söyledi:
"Gerçekten büyülendim ve o anı öyle kalmıştı. Daha sonra okula giderken sinemaya gidiyordum ama sinemada çalışmaya, sinemanın nasıl bir mucize olduğunu, nasıl bir tutku haline gelebileceğini bilmeden başladım. Çünkü ilk filmimdeki kazanç ailemiz için gerekliydi." Dedi.
"Sinemada kendi özgürlüğümü keşfettim"
Türkan Şoray, kendi özgürlüğünü sinemada yeniden keşfettiğini dile getirdi:
"Filmlerde hayatları canlandırmak giderek beni cezbetmeye başladı. Mesela sinemaya girişimin birinci yılında Türkiye'nin en ünlü yönetmeni Metin Erksan ile 'Acı Hayat' adlı bir film çektim. Filmde Ayhan Işık ve benim gibi tecrübesiz bir kız oynuyor. Çok acı çeken, alt tabakadan gelmiş, hayatta ezilmiş, çocukluğunda hiç mutluluk yaşamamış manikürcü bir kız rolü. Ben bu rolü yönetmen bana bir şey tarif etmeden canlandırmıştım. Hatta bu filmle Antalya Film Festivali'nden 'En İyi Kadın Oyuncu' olarak ilk ödülümü aldım."
Tüm hayatını sinema filmleri içerisinde yaşadığını anlatan Şoray, "Çok küçük yaşlarda okuldan film setine giderdim ve sinemada kahramanlar ne yaşıyorsa, ben onu yaşadım. Benim diğer oyunculardan farkım sanırım hiç özel hayatım olmadı. Yani her gün film çeviriyordum ve bu giderek hayatımın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Filmlerde acıları, aşkların en büyüğünü, duyguları en derinlemesine yaşıyordum." dedi.
Sanatçı, yaklaşık 6 yıl önce sevenleriyle buluşturduğu "Sinemam ve Ben" kitabını, yeni nesle ve Türk sinemasına karşı bir görev mahiyetinde yazdığını söyledi:
"Yeşilçam dönemlerini bilmeden bugün sinemada bir film yapmak mümkün değil diye düşünüyorum. Şimdiki gençlerin ne kadar çok imkâna sahip olduğunu bilmeleri ve doğru değerlendirebilmeleri için bu kitabı yazdım. Biz film setlerine en çok 15 kişi girerdik. Şimdi ise son çektiğim filmde 10 tane karavan, yemek şirketi, çift kamera, jimmy jib yer aldı. Yani bizim zamanımızda o kadar çok imkânsızlık vardı ki. Mesela ilk yönetmenlik yaptığım 'Dönüş' filmim de çok büyük imkânsızlıklar içinde çekildi."
"Bir filmin kaptanı yönetmendir"
Şoray, Yeşilçam'da bazı yönetmen ve yapımcıların imkânsızlıklardan dolayı aksiyon sahneleri gibi birçok önemli unsuru tam anlamıyla yerine getiremediklerine işaret etti: "Yapımcılar eğer Türk sinemasından kazandıklarını tekrar Türk sinemasına yatırsalardı sinema daha iyi bir sermaye haline gelirdi." yorumunu yaptı.
Şoray, daha çok melodram ağırlıklı filmlerde rol aldığını belirtti.
"Oynadığım birçok karakter hayal mahsulü, daha yüzeysel karakterlerdi ama seyirci seviyordu. O sıralarda da Lütfi Akad, Metin Erksan çok gerçekçi filmler çekiyorlardı. Ben 'Neden gerçeğe yakın filmlerde ben yer almayayım ki?' diye çok üzülüyordum. Sonra ben Lütfi Akad'la çalışmak istediğimi söyledim. Akad, 'Ana' diye bir film hazırlamıştı bana. Kan davası hikâyesiydi ve ben o makyajlı süslü hallerimden sonra ilk defa şalvar giydim. Tarlada çapa yapan bir köylü kadını oynadım. Konu çok güzeldi, ben de karakterimden çok memnun olmuştum."
Yapımcı İrfan Ünal'ın teklifiyle hasbelkader yönetmen koltuğuna oturduğunu ifade eden Türkan Şoray, "Bir filmin kaptanı gerçekten yönetmen. Oyuncu veya senaryo ne kadar güzel olursa olsun, yönetmen o filmi iyi çekemezse, bir dil tutturup anlatamazsa, filmin güzel olması mümkün değil." dedi.
"Yeşilçam sinemasını hiçbir zaman küçümsememek lazım"
Tecrübeli oyuncu, sinemanın kitleler arası en etkili iletişim aracı olduğuna vurgu yaparak, sinema alanında öğrenim gören öğrencilere, "Sinemada bir dil tutturmak lazım. Önemli olan hikayeyi nasıl anlatacağınız. Ayrıca mutlaka filmin bir ritminin de olması lazım. Yönetmenin filmdeki olayı yaşatabilmesi için konunun içerisine girmesi lazım. Mekân konusu da çok önemli." dedi.
Şoray, Yeşilçam'a yönelik eleştirileri de değerlendirdi:"Bugün Türk sinemasına pek sıcak bakmayanlar, şunu bilmeli ki Türk sineması tamamen halkımızın, öz kültürümüzün yarattığı bir sinema. O zaman da aydınlar bir takım yorumlar yapıyorlardı. Yeşilçam'da filmler çekildiği zaman eğer halkımız sinemalara gitmeseydi, takipçilerimiz olmasaydı, bizleri sevmeseydi Türk sineması olmazdı. Onun için Yeşilçam sinemasını hiçbir zaman küçümsememek lazım." dedi.
Yaklaşık 2 saat süren söyleşinin ardından Türkan Şoray, öğrencilerin sorularını cevapladı. Program sonunda ayrıca Şoray'a İstanbul Üniversitesi tarafından "Onur Belgesi" takdim edildi.