MEHMET ALİ BAL
Uzak Zamanlar, Yakın Zamanlar ve “Leyte” Zamanları
Bazen yaşadığımız zamanlar ile kendi gerçeğimiz ve kaderimiz arasında uzaklık ve yakınlık ilişkisi kurmakta zorluk yaşarız. Acaba hangi zamanı yaşıyoruz diye kendi kendimize sorduğumuz olur. Bir açıdan baktığımızda her zamanın işaretleri açıktır. Yaşananları açıklamak bile lüzumsuzdur. Acı da mutluluk da öylesine yakıcı bir gerçektir ki, bırakın dokunanı göreni bile yakar. Ama buna rağmen yaşadığımız zamanlar ile kendi gerçeğimiz ve kaderimiz arasındaki uzaklık yakınlık ilişkisi kurmakta hala zorluk yaşarız.
Henüz gerçekleşmemiş olsa da gelecekte gerçekleşmesi beliren olaylar bize ne kadar uzak olabilir ki? Meşhur bir özdeyişi (Maxime) hatırlatmak istiyorum. « Küllü aatin kariibun » (Bütün gelecekler yakındır). Buradaki «Yakınlık» kavramı «Gerçekleşmiş» kavramıyla neredeyse eşdeğer bir anlama sahiptir. Bu deyiş aynı zamanda, edebi sanatlardan «Sehli Mümteni» tarzında söylenmiştir.
Bu basit görünen deyiş öylesine derin hakikatleri içermektedir ki! Bizler çoğunlukla geçmişte yaşanan olayların yaşanmışlık kesinliğine inanır ve hala o olayların tesirinde yaşarız. Geçmişte yaşanan olayları idrakimize sığdırırız. Ancak, nedense gelecekte yaşanacak olduğu kesinlikle görülen olayları idrakimize sığdırmakta zorluk yaşarız.
Bazen yaşadığımız zamanın baskısı ve karanlığı o kadar üzerimize çöker ki, geleceği adeta yok farz ederiz. Bazen de sahip olduğumuz güç ve zenginlik gözlerimizi bağlar, geleceğin facialarını kolaylıkla ihmal ediveririz. İşte bu meşhur söz, «Bütün gelecekler yakındır», geçmiş kadar geleceğin de var olduğunu, idrakimize sığdırmada tereddüt göstermemizi ihtiva etmektedir. Bütün tereddütleri yok etmek için « Bütün gelecekler, olmuş gibi, yakındır » güçlü manasını haykırmaktadır.
Gerçekten de bazen çile zamanları, mahrumiyet dönemleri yaşadığımızı düşünürüz. Hâlbuki kutsiyet kokulu bereketli zamanlarda yaşıyoruzdur. İçinde bulunduğumuz Üç Aylar gibi zengin zamanlardayızdır kuşkusuz. Bazen kudret zamanlarında olduğumuzu zannederiz. Bu zan için o kadar somut zenginlik ve güç kanıtı vardır ki, bu kanıtlar gözlerimizin gördüklerini örterler, ruhlarımızın açılan pencerelerini kasvetli bir renkle kapatırlar. Hâlbuki bizim için uzak zamanlardır kudret zamanları. Yaşadığımız yanılsamayı haklı gösterecek kadar geçici bir zenginlik gözlerimizi bürümüştür, üstünü de halen canlı olan hırslarımız… Ve bizler nefislerimizin çarmıhlarına gerilmiş, ruhlarımız inim inim inlemektedir. Zahidin dualarına el açtığımız mahrumiyet zamanlarıdır bu zamanlar…
Özetle hangi döneme yakın zamanlar diyeceğiz ve hangisine uzak zamanlar? Hepsi bir muamma olarak kalır imtihan sürecimizin labirentlerinde. Bazen esrar kaplar gerçeği, bazen de düğümler açılır. Tecelli ve tezahür çiçeklenir.
Ancak bu süreçler, bu uzaklıklar ve yakınlıklar doğrusal olmadığı gibi dairevi de değildir. Aralarında bazen sebep sonuç ilişkileri de yoktur bütün titizliğimize rağmen. İkbal taşıyan “Zaman” dilimleri kürevî derinlikteki nötron ve protonların süratli hareketleri ve çizdikleri hatlar gibidirler. Hangi noktada ikbal var, hangi noktada idbar pusu kurmuştur belli değildir. Bunlar iç içe geçmiş hayatlar, süreçler, taht ve baht dilimleri halinde insanlar arasında dolaşır dururlar. (Ve tilkel eyyaamu nüdaavilühaa beynennaas) “O günleri; biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz” (Ali İmran 140, Kuran-ı Kerim) hükmü hükümran olur.
Bu ikbal ve idbar da en yakıcı hallerinin yaşandığı bir zaman diliminde, acının ve hüznün cisimleştiği bir günde vahiy ile tasvir edilmiştir. Nitekim Kuran Ayetinin tamamı şu şekildedir: “Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. O günleri; biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip ayırması ve sizden şahitler (veya şehitler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez” (Ali İmran, 140 tamamı). Alınan ve şanlı Sahabeye dokunan yara “Uhud” yarasıdır. Hani ) Resulullah'ın Amcası Hazreti Hamza(RA), Sancakları Mus'ab b. Umeyr, Peygamberimizin amcaoğlu Abdullah b. Cahş dahil 5 muhacir ve Ensar'dan da yetmiş kişinin şehit olduğu Uhut yarasıdır. Böylesi zamanların dönüp dolaşmasına "Bir gün aleyhimize, bir gün lehimizedir. Bir gün kadınlar, bir gün de kartallar" da denilmiştir.
İster uzak ister yakın zamanlarda yaşayalım. Asıl dikkat göstereceğimiz şey “Leyte” (Keşke) zamanları burcuna girmemek, “Leyte” girdaplarına kapılmamaktır. Yukarıdaki ayettin tamamlayıcısı olarak "Yoksa siz, Allah, içinizden cihat edenleri bilmeden, sabredenleri bilmeden…" (Âl-i İmrân, 142) şartı, "Elbette Allah doğruları bilecek, yalancıları bilecektir."(Ankebut, 3) hükmünü içeren ayetleri zikredilmiştir. Uzak ve yakın zamanların değerleri ve mahiyetleri bu imtihan sürecinin geçilmesinden başkası değildir. Bu süreçte, insanın yapıp ettiği, kendini haddeden geçirircesine ateşlerden fazilet, feragat ve cesaretle geçişi asıldır.
Gelin hep birlikte “Leyte” diyen bir zaman yolcusuna kulak verelim: « Leyte şebabe yeuudu yevmen, feuhbirahu feale el meşiibu » yani « Keşke gençliğim bir gün bana dönseydi ihtiyarlığın bana neler yaptığını ona şikâyet edecek, söyleyecektim ». Bu Laedri sözü olduğunu sandığım söz de sehli mümteni’nin gözde örneklerindendir. Açık ve lafzi anlamda söyleyen mutlak ve açık olarak yaşlılığından şikayet etmektedir. Eğer gençliği bir gün dönerse ona şikâyet edecektir. Ancak, leyte (Keşke) kelimesi gelecek ve bugüne değil daha çok geçmişe yöneliktir. Gizli bir şekilde yani mahsus ve mahfi manada gençliğin ihmalleri de burada var gibidir sanki…
İster bahtımıza uzak zamanlar isterse yakın zamanlarda yaşayalım, “Leyte” zamanlarından uzak duralım saygıdeğer dostlar. Uzaklık ve yakınlık elimizde değildir ancak keşke dememek ellimizdedir.