Yalnızlık Sarkacı’nda Sallanan Bir Köle!

İBRAHİM EYİBİLİR
Yalnızlık Sarkacı’nda Sallanan Bir Köle!

Öğrenciyken, piramitlerin yapımında çalışan kölelerin giderlerini gösteren kayıtları okumuştum. Bana çok ilginç gelmişti. Çünkü kayıtlarda sadece kölelerin değil memurların da kayıtları vardı. Onlar ayrı bir sınıf olarak kaydedilse bile kayıt altındaydılar Bunca yıllık memurluk hayatından sonra bakışımda belli farklılıkların olduğunu söyleyebilirim. Kırkından sonra -biraz da geç olsa- fark ettim ki kölelik, şekil ve ad değiştirse de hiç bitmemiş Bunda insanlık tarihinin devamlı tekrarlardan oluşan bir oyundan ibaret oluşunu bildiren kutlu bilginin de etkisi var. Bu oyun oynaş içinde insanın insanla ilişkisi, insanın kendisiyle bağı hep sorunlu olmuştur diye düşünüyorum Sanatçının da temel konularından biridir bu çelişki ya da trajedi…

Bu çağrışıma sebep, Alı Haydar Haksal’ın iz Yayıncılıktan çıkan Yalnızlık Sarkacı adli hikâye kitabı. Yalnızlık peygamberi bir bakışta yaşanırsa ruhu aşkın ufuklara taşıdığı muhakkak! Kentli insanın yalnızlığı ise daha sancılı bazen öldürücü olabiliyor. Buna modern insanın son yüzyıldaki çıkmazı demek de mümkün. Yalnızlık Sarkacı’ndaki hikâyelerde çoğunlukla kentli insanin insanla, kendiyle ve kentle olan ilişkisi yalnızlık fonunda işlenmiş. Kitapta benzer örneklerini görebileceğimiz kent-insan ilişkisine tipik bir örnek olarak “buruşuk yüzün ütüsü’ hikâyesinin giriş bölümü gösterilebilir, şöyle; “Kendimin önüne geçtim. Bir akşam karaltısının üzerime karabasan gibi çöktüğü, güneşin bir daha doğmayacakmış gibi battığı, kornaların cırtlak seslerinin kulak zarımı patlattığı, homurtuların insanı bunalttığı, bakışlarımın bulanıklaştığı ve bungunlaştığı, başımın döndüğü, midemin beni taşımadığı, koku alma algımın köreldiği, gözlerimin kimseyi görmediği – kimsenin de beni…” yüzümün kızarmadığı ve sanki kendimi tanımadığım bir zamanda, amaçsızlığı amaç edinerek yer altına indim”. Fark ettiniz mi? Bu uzun cümle sonunda, kahramanımızın bunaltısının size bulaştığını… Hikâyenin en onamlı başarılarından biri bu bence… Oluşturduğu atmosfere okuyucuyu hemen dâhil etmesi, kitabın ilk hikâyesi olan “Yalnızlık Sarkacı”nda eşini bekleyen bir tiyatro yazarının hüznünün daha ilk cümlede içinize düşmesi gibi…

Roman yazarları kahramanlarıyla, şairler mısralarıyla, hikâye yazarları ise sanırım hikâyeleriyle okuyucuda karşılık buluyor Ali ar Haksal mümbit bir kalem; denemeden şiire, hikâyeden romana, biyografiden incelemeye kadar geniş bir yelpazede eserler veriyor. Sanırım her okurda bu yelpazede yer alan farklı “tip”ler üzerinden karşılık buluyor. Benim için ise Ali Haydar Haksal hikâyesiyle tanışma “Kırışmayan Pantolon”la oldu. Bu kitabın ilk yayınlanışı 1996, benim de
memuriyete başladığım tarih. Bir büroda patron ve çalışanları arasında geçen ilişkileri Yakut, Salih, Gül üzerinden okurken kendimi de okumuştum. Can yakan ironinin hepimiz kahramanı -belki de kurbanı- idik… Eşimiz, iş arkadaşımız, patronumuz -müdürümüz, amirimiz vs- sarmalında yuvarlanan köleler gibi olduğumuzu düşündürmüştür bu hikâye. Pantolonunun kırışmasına bile sözü geçmeyen edilgen kentli modernin özgür(!) hikâyesi memurluk hayatim boyunca yanımdan hiç ayrılmadı. Çünkü bunca yıl; kırışmayan pantolonlarımızın ütüsünü, gülmeyen patronun yüzünü, birbirinin üstüne basa yükselen küçük hikâyelerin bitişini izledim.

On hikâye, seksen dokuz sayfa boyunca okuyucuda farklı yansımalar oluşturacak bu kitap. Ali Haydar Haksal hikâyesiyle tanışmak için iyi bir tercih olacaktır diye düşünüyorum.


7EDİİKLİM dergisi Ekim 2014 sayısı

 

 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir