Bayramlar O Bayram Ola

HANİFE DÖNER
Bayramlar O Bayram Ola
 
Nasrettin Hocaya sormuşlar: ‘’Hocam Ramazan bizden memnun mu, onu memnun edebiliyor muyuz?  Hoca cevap vermiş: Memnun olmasa her sene on gün önce gelir miydi?’’
 
Çok güldüğüm ve benim için Ramazanın klasiklerinden olan bu fıkrada, hocamız yine nüktedanlığını ve kıvrak zekâsını her zamanki gibi konuşturmuş. Biz onun on gün erken gelişiyle memnun, gidişiyle de mahzunuz. Ve hüznümüzü gizli tutuyoruz tekrar kavuşacağımız günün tebessümüyle.
 
Yürekler buruk olsa da gidişiyle, her veda hüzün bıraksa da geride, o bize bayram bırakıp gidiyor.
 
Rabbimize nihayetsiz hamd ü senalar olsun ki Ramazanla ömrümüz bir kere daha şereflendi, bir şehr-i gufran ve bereket zamanlarını daha eda ettik. Bir ramazanın bitmesiyle yaşadığımız burukluğa biraz da olsa mutluluk serpen, Allah’ın bir armağanı olan bayramı yaşayacağız.
 
An itibariyle yarın kavuşacağımız ve benim için kaybetmek istemediğim değerlerden biridir bayram. Bunu hala yaşayan bir kültür olarak görmek, bayramın ruhunu yaşayabilmek ayrı bir mutluluk ve neşe kaynağıdır.
 
Kaşgarlı Mahmut, “bayram” kelimesinin anlamını Dîvânu Lugâti’t-Türk’te “bedhrem, halk arasında gülme ve sevinme, bir yerin ışıklarla ve çiçeklerle bezenmesi ve orada sevinç içinde eğlenilmesi” olarak tarif eder.
 
Evet,  bayram bir sevinçtir. En çok da çocukların sevincidir. Orhan Veli ne de güzel şiire dönüştürmüştür çocukluğunun bayram sevincini:
 
"Kargalar, sakın anneme söylemeyin
Bugün toplar atılırken evden kaçıp
Harbiye Nezaretine gideceğim.
Söylemezseniz size macun alırım
Simit alırım, horoz şekeri alırım
Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar
Bütün zıpzıplarımı size veririm.
Kargalar, ne olur anneme söylemeyin."
(Harbiye Nezareti, o zamanlar Beyazıt Meydanı’ndaymış, burada bayram yeri kurulurmuş.)
 
Hayatın en güzel anıları, hep çocukluktan çıktı ve hep de öyle olacak sanırım. Bayramlar bu anlamda en çok çocukluğu hatırlatır ve haliyle gülümsetir.
 
Sabaha kadar heyecandan uyuyamama, cicili-bicili  giysiler, sabah erken kalkmalar, el öpmeler, akraba ziyaretleri, kapı  kapı dolaşıp fıstık, çikolata, gofret, kenarı dantelli mendiller içinde  parlak kağıda sarılı şekerler, avuca zor sığan kocaman madeni  2,5 liralık bayram harçlıkları, postacının getirdiği, uzaktaki dostların bayramını  kutlayan bayram  kartları, mektup, tütün  ve  limon  kolonyaları, bisküvi arası lokum, horozlu şeker, çatapat, sınırlı şımarma hakkı, sınırsız sevinç, Teravih namazında kikir kikir  güldüğünüz anları  hatırlamak, bayramlıklarla çekilmiş resimler, kimin  daha  çok  harçlığı  olduğu  konusunda  harçlık  hesabı yapmak, o harçlıklarla günlerce  hayali  kurulan oyuncakları almak için çarşıya gitmek, okul  yok, sorumluluk yok, gam  yok, keder  yok… Bayram dediğin herkesin sevindiği, bir şekilde mutlu olduğu zamanlardı ben çocukken.
 
Sandıktaki örtüler evin en güzel yerlerinde görülürdü o zamanlar. Saklanan porselenler masaya dizilirdi. Kapısı kilitli evin en güzel ve en temiz misafir odası sadece o zamanlar için açılırdı. Sabahın erken saatinde ailecek yapılan kahvaltılar, bayram namazından sonra ilk olarak aile büyüğünün elinin öpülmesiyle başlayan bayram, (sanki gün baba elini öpmekle başlardı benim için) güzel kokular sürüp, yeni elbiseler giyen, incilerini takan büyük kızlar, akşama kadar misafirlere hizmet eden gelinler, yeni mendillerini takımlarının cebine yerleştiren büyük erkekler, ninelerin, dedelerin pamuk ellerini öperken:
‘’Al bu senin bayram harçlığın’’ o çizgili yüzlerdeki gülümseyiş, sürekli çalan kapı ziliyle ziyarete gelen akrabalar, herkeste bir kaynaşma bir muhabbet, bir kibarlık, bir arada olmanın sevinci, anne elinden çıkmış çeşit çeşit yemek kokularının eve yayılması, cevizli baklavalar, börekler, tencere tencere sarmalar…
 
Ve bu yaşıma kadar hala Ramazan bayramı sabahı kahvaltısının tadını hiçbir şey vermemiştir bana.
 
En sevdiğim taraflarından biri de hiçbir resmiyet olmadan davet mavet istemeden çat kapı misafirin gelmesiydi. Başka bir zaman diliminde bu çok nazik bir tutum sayılmazdı çünkü. Ancak bayramın normali, hatta en güzel yanlarından biriydi.
 
Bugün ile karşılaştırma yapmak için yazmadım bu anılarımı. Elbette değişen şeyler olacaktır. Değişmeyen ne var ki günümüzde? ''Kalmadı eski bayramlar'' denilse de, eskiden bulduğumuz tatları tamamıyla asla bulamayız ama ben inanıyorum ve inanmak istiyorum ki çocukların çoğu yine aynı ya da benzer tada yakın hissediyor kendini ve o tatla yaşıyor bayramları yine.
 
Bayram merhamettir, sevmek, sevilmektir. Hatırlandığını, sevildiğini hissetmek ve hissettirmek için vesiledir. Rahmet kapılarının açıldığı ne güzel bir gündür.
 
Uzaklarda olanlar için bayram hüzündür, hasretliktir. Gözleri kulakları kapı zilinde olan mahzun yüreklerin içinin cız ettiği günlerdir.
 
Bazıları için de anonim bir türküdeki "Bayram gelmiş neyime kan damlar yüreğime’’ sözlerindeki gibi üzüntüdür. Çünkü büyüdükçe eksilir insan. Zamansız kayıplar yaşar. Acılarına, düş kırıklıklarına denk gelir bayramlar.
 
Bazıları için sadece birer fırsattır bayram yorgun bedenlerin dinlenmesi için. Tatil nedenidir bir yerlere kaçıp gitmek, yalnız kalmak için.
 
Erzurum'un yetiştirdiği müstesna Hak âşıklarından biri olan Alvarlı Efe Hazretlerinin söylediği gibidir bazıları için:
 
"Mevlâ bizi afv ede
Gör ne güzel ıyd olur
Cürm ü hatalar gide
Bayram o bayram olur
 
Hüzn ü keder def ola
Dilden hicab ref ola
Cümle günah affola
Bayram o bayram ola"
(Iyd: Bayram,  cürm: günah )
 
Görüldüğü gibi, gönül eri Alvarlı Efe Hazretlerinin görmüş gözü,  bir tamam eylemiş sözü.
 
"Cümle günah def ola bayram o bayram ola."
 
Evet, bayramın gerçek manası Alvarlı hocanın güzel şiirinde tarif ettiği gibidir. Müminin asıl en büyük bayramı, hayatta ve öbür âlemde bu manalar yaşanıp, tahakkuk ettiği zaman vukua gelir.
 
Ve eski, tek yaprak bayram kartlarında yazıldığı gibi:
Bayramınız mübarek ve ömrünüzün bayramları çok olsun. Hayırlar getirsin bize ve tüm İslam âlemine…
 
Bayramlar O Bayram Ola

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir