Garip Bir Mahkeme Duruşması

İSMAİL OKUTAN
Garip Bir Mahkeme Duruşması |ÖYKÜ|
 
Başparmağını alnının üzerine dayamış bastırıyor, bastırıyor, bastırıyordu. Martılar uçuşuyordu denizin üzerinde. Deniz mavi, gözleri mavi, ceketi mavi, hayalleri ise masmaviydi. Çengelli sorular zihnini işgal etmiş, iğneli düşüncelere dalmıştı uzun uzun. Elleri cebinde, gözlerini denizin üzerinde dolaşan martıların kanatlarında gezdirdi, görülebilen son noktaya kadar baktı. Martılar uçup giderken onlarla birlikte süzüldü güneşin oraya doğru.
 
Bir iğne deliğinden girip…  
 
Aslında her şeyi durdurmak istiyordu. Denizin çırpınışını, martıların uçuşunu, gecenin ilerleyişini, uykunun rüyalara gebe kalışını, rüyalardan uyanışı, rüzgârın durgunlaşmasını, bulutların dağılışını, dağların bulut bulut göğe savruluşunu, tarlaların parsel parsel parçalanmasını, arsaların değer kazanmasını, borsanın çıkışını, inişini durdurmak istiyordu ki bir daha  içini kemirmesin başıboş arzular, zihnini yiyip bitirmesin sorular. Ancak ne yaparsa yapsın, ne ederse etsin beyninden yüreğine kadar bütün uzuvlarının daha çok kazanma, daha çok harcama, zevk ve sefa içinde hayat sürme, lüks ve şatafat içinde yaşama isteğine engel olamıyordu. Bu yüzden en çok parayı hangi işte, ne zaman, nasıl kazanabilirdi, hep onun hesabını yapıp duruyordu? Bunu öğrenmek için etrafındaki insanlara durmadan bir şeyler sorup duruyordu.
 
Nihayet ağır bir metal yorgunluğu içinde uykusundan uyandı. Gözlerini ovuşturarak yatağından çıktı. Uykusunda kötü düşler görmüştü. Önce kötü bir ağa benzetti düşünü. Etrafını sarıp sarmalıyorlardı. Sanki uykudan değil harpten çıkmış gibiydi. Küçük odasından çıkıp mutfağa geçti. Kahvaltı hazırdı. Hemen sofraya oturdu. Kentin en güzel, en merkezî yerinde bulunan tarihi caminin tam karşısında babasından miras kalma gecekondusunu yıkıp yerine yüksek getirisi olan yüksek bir bina dikmek, bir işyeri açmak istiyordu. Bu işyerinin ne olacağı konusunda kafa yorup duruyordu. Aylar, yıllar boyunca düşünmüştü ancak bir türlü düşündüğü gibi bir iş bulamıyor, bir karar veremiyordu. Ne zaman bu konuda karar vermek istese hep içi kararıyordu.
 
Çoğu zaman gün boyu gecekondunun etrafında dolaşıp durur, şehrin bu en değerli yerinde bulunan evin arsasını nasıl değerlendireceğine; nasıl ranta çevireceğine dair uzun uzun düşünür, hayaller kurardı. Akşam olduğunda hatıralarla dolu bu gecekonduyu da sırtına vurup eve dönerdi. Burayı yıkıp bir an önce kazançlı bir yatırıma dönüştürmeyi artık o kadar çok istiyordu ki adeta onunla geziyor, onunla sofraya oturuyordu. Gece olunca onunla yatağa giriyordu ancak saatlerce uykusu gelmiyordu. Sağına dönüyor, soluna dönüyor bir türlü uyuyamıyordu. Babasının hatıralarını yok etmek istemiyordu Uyuduğu zaman ise rüyasında yine onu görüyordu. Ne tarafa dönse hep kuracağı işten para kazanacağı güzel günleri hayal ediyordu.
 
Bu gün ise artık bir karar verme aşamasındaydı. Etrafındaki insanları iyice dinlemiş, gecekonduyu yıkıp yerine bir eğlence merkezi yapmak fikri aklına yatmıştı. "Bu bölgede başka eğlence merkezi yok, çok para kazanırsın, paşalar gibi yaşarsın," demişti herkes. O da buna inanmış, bu yönde karar vermişti artık. Ancak aklına takılan bir soru vardı. Ne zaman bu konuyu düşünse hep yüreğini rahatsız eden bir sorun oluşuyordu içinde. Yapacağı eğlence merkezi caminin karşısında olacaktı, acaba cemaat karşı çıkar mıydı, imam engel olur muydu?  En sonunda bu soruna da bir çare bulmuştu. İnşaatı yapacak firmayla sıkı bir pazarlık yapmış, buraya eğlence merkezi değil alış veriş merkezi yapılacağını söyleyeceklerdi etrafa. Böylece iş bitip son noktaya gelinceye kadar her hangi bir tepkiyle, bir engelle karşılaşmayacak, rahat rahat işini yapacaktı.
 
Bina hızla yükselip bitme aşmasına gelmişti. Civardaki esnaf, yakında oturan insanlar merak etmişlerdi ancak caminin hemen karşısındaki bu önemli yerde alış veriş merkezi yapılacağını öğrenmişlerdi. Cüneyt Efendi işyerinin tüm hazırlıklarını büyük bir gizlilik içinde yapmak için geceleyin çalışma yapıyordu. İş tamamen bitirilip açılış günü geldiğinde işyeri tabelasını da astı.
 
Bir öğle vakti namazdan sonra Camiden çıkan imam ayakkabılarının ipini bağlayıp başını yukarıya doğru kaldırdığında yeni asılan tabelaya ilişti gözleri. Okuyunca yüzündeki ifade bir anda değişti, dönüp bir daha okudu, gözleri fal taşı gibi açılmıştı, yerinde duramayan gözlerle dakikalarca bakıp durdu. Bakışlarını cemaate doğru çevirdi. Herkesin yüzünden düşen bin parçaydı. Dönüp evine doğru yöneldi. Öfke dolu sert adımlarla giderken dönüp dönüp bir daha okuyordu. ‘‘Bu nasıl olur, caminin hemen karşısındaki bu yerde, böyle bir günah merkezine nasıl izin verilir,’’ diye söylene söylene gidiyordu.
 
Öfkeyle kırışan yüzünü bir hüzün kaplamıştı. 
 
İkindi vakti imam camiye gittiğinde caminin bahçesinde bekleyen cemaat, heyecanla ve hararetle uğursuzluk getireceğine inandıkları bu yeni işyeri hakkında konuşuyordu. O gün imam ve cemaat caminin çok yakınındaki bu yerde eğlence merkezi yapılmasına şiddetle itiraz ettiler. Ancak yasal olarak ev sahibinin kendi arazisi üzerine bir işyeri yapmasına, işyeri açmasına karşı çıkamıyorlardı.
 
Bir cuma günü imam çaresiz kalmış mahcup bir şekilde ne yapabileceğini düşünürken birden aklına gelen bir fikirle, içini kaplayan bir öfkeyle, yüreğine düşen bir ilhamla cemaati beddua etmeye, kahhariye okumaya davet etti. Bir şeyi tutup parçalayacakmışçasına titreyen ellerini semaya kaldırdı; isyankâr ve yüksek bir sesle çaresizlik içinde, mahcubiyet dolu bir halde hem beddua ediyor hem kahhariye okuyordu. Cemaat ise aynı ses tonuyla, ayı heyecanla candan âmin diyordu. Cemaatin bu eğlence merkezinin yıkılması için beddua etmekten başka yapabileceği başka bir şeyi yoktu zaten. Cuma günü başlayan beddualar namazdan sonra günlerce sürdü. Ta ki eğlence merkezinin açılışına birkaç gün kala şiddetli bir gök gürlemesi ile başlayan yağmurlu bir günde yıldırım düşmesi sonucu eğlence merkezi yıkılana kadar beddua seansları sürüp gitti.
 
Demirciler yokuşunda akşam olurken denizden esen fırtına, göğü delen minareyi içine alıyor, karanlığa gömüyordu, fırtınanın serinlettiği evlerin üzerinde ise hava kararıyordu. Bu karanlık günde koyulaşmış gökyüzünde bekledikleri yağmuru siyah bulutlarda arıyorlardı. Gündüz vaktini karanlığa gömen bulutları gördüklerine çok sevinmişlerdi. Önce sararıp sonra kararan bulutlar dağılarak şehrin üzerine geliyorlardı. Gökyüzü adeta hıçkırıklarla ağlıyordu, belli ki kalbi kırıktı, gürleyip duruyordu, belki de üzüntüsünden şehri tufana boğacaktı. Güneş sönük ışıklarını bir sonraki güne saklamıştı. O gün şiddetli gök gürlemeleri duyuluyordu, insanlar kaçıp evlerine, işyerlerine sığınıyorlardı.
 
Yağışlı ve rüzgârlı gecenin sabahında uyandıklarında eğlence merkezinin yıldırım düşmesi sonucu yıkılıp darmadağın olduğunu gördüler. O kadar sevindiler, o kadar sevindiler ki, sevinçten bayram ettiler. İçlerinden durumu iyi olanlar kazandıkları bu zaferi kutlamak için kurbanlar kesip caminin bahçesinde şöyle güzel bir ziyafet çektiler. Cami cemaati eğlence merkezine engel olamamıştı ama bu olaydan dolayı çok sevinmişti. ‘‘Allah bizim dualarımızı kabul etti, işte bakın bir şimşek göndererek günah merkezi olan bu eğlence yerini nasıl yerle bir etti,’’ diyorlardı birbirlerine.
 
Cüneyt Efendi ise, eğlence merkezinin yıkılışında sorumlu tuttuğu cami imamı ile cemaat hakkında tazminat davası açtı.
 
Hâkim Efendi mahkeme düzenini sağladı. İfadeleri almaya başladı. Cüneyt Efendi; ‘‘ İmam ile cemaat günlerce namazdan sonra işyerimin yıkılması için camide beddua ettiler. Sonunda yaptıkları beddualar tuttu, şimşek işyerimi yerle bir etti,’’ dedi.
 
İmam Efendi ile cemaat ise enteresan bir şekilde mahkemede verdikleri ifadede bu konuda kendilerinin sorumlu tutulmalarına karşı çıktılar. Bu olayın kendi dualarından dolayı değil tesadüfen meydana geldiğini söylediler. Hâkim Efendi tarafları dinleyip dosyayı dikkatle inceledikten sonra kararını açıkladı;
 
‘‘Hiç rastlanmayan böyle bir konuda karar vermenin çok zor olduğunu biliyorum, davacının ifadesine bakılırsa cemaat günlerce camide beddua etmiş, işyeri yıkıldığında ise sevinip bayram etmiş ancak Allah’ın gönderdiği şimşekten de cemaati sorumlu tutamayız. Bu yüzden her hangi bir işlem yapmaya gerek kalmamıştır, davalıların beraatına karar verilmiştir ’’diyerek kararını açıkladı ve mahkemeyi bitirdi.
 
Hâkim Efendi, imam ile cemaat lehinde karar vermişti ancak mahkemedeki ifadelerine çok kızmıştı; ‘‘Ortada çok tuhaf, çok garip bir durum var. Bir taraftan duanın gücüne inanan günahkâr bir adam. Diğer taraftan ise kendilerini kurtarmak için duanın gücüne inanmadığını söyleyen bir imam ve cami cemaati var. Dinle alakası olmayan bazı kimseler menfaat ve çıkarları uğruna dine sarılırken diğer taraftan dindar gözüken bazı kimseler ise çıkarları uğruna dini inkâr ediyorlar,’’ dedi kendi kendine. Elindeki dosyayı masanın üzerine fırlatıp kızgın bir şekilde mahkeme salonunu terk etti.
Garip Bir Mahkeme Duruşması
Garip Bir Mahkeme Duruşması
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir