Malik-ül Mülk İsm-i Şerifi

MEHMET ALİ BAL
Malik-ül Mülk İsm-i Şerifi
 
“Mâlik-ül Mülk” İsm-i Şerifi öz olarak "Mülkün, her varlığın ebedi sahibi” demektir. İslami perspektiften baktığımızda bazı kelimelerin kendi manaları dışında başka manaları çağrıştırdığını görmekteyiz, “Ebedi” kelimesi böyledir, aynı zamanda “Mutlak” manasını da içermektedir. Zira mutlak ve hakiki manada sahip olamayan “Ebedi” manada sahip olamaz. Biri diğerini gerektirir. İman hakikatlerinin birbirine dayanan bir mimaride olduğunu, biri kabul edilmezse diğerinin de manasız kalacağını, bu yüzden bir rüknün diğer bir rüknü şiddetle gerektirdiğini düşünürsek, Esma-ül Hüsna’nın her birinin diğerini gerektirmesi gibi her bir ismin de kendi içindeki izahların, cilvelerin ve tezahürlerinin tam bir bütünlük arz ettiğini görürüz.
 
Dolayısıyla “Mülk” derken “Bütün varlıkları, servetleri” anlamaktayız. Bunun yanında varlıkların her tür hallerini, mahiyetlerini, irtibatlarını, tagayyürlerini, vs. bir bütün halinde anlamaktayız. Beden bir mülk olduğu gibi, içindeki can da bir mülktür. Hayat gibi ölüm de mülkün parçasıdır. Dolayısıyla bütün varlığın cevelanı, deveranı ve ilişkilerinin evvelden ahire zahir ve batın veçheleri gibi bütün veçheleriyle kudret elinde yönetilmesi de mülkün ta kendisidir. Zira hayat olmaksızın mülkün manası eksiktir. Ebediyet olmaksızın mülk yok olucudur, yok hükmündedir. Ebediyet varsa mutlak ve hakiki manada malikiyet söz konusudur. Hakiki Malik-ül Mülk mülkünde yaratma, tedbir, tedvir ve teshir etme gibi bütün tasarruflarında bulunurken Ulûhiyetinde olduğu gibi kudretinde, hikmetinde şeriki, şebihi, misli, naziri yoktur; şirk mümteni’dir, Yegâne Vücudu Vaciptir.
 
Kuran’da Allah’ın (cc) Malik-ül Mülk oluşu beliğ ifadelerle tebliğ edilir: “Göklerin ve yerin mülkü (Bütün hazineleri) Allah’ındır. Allah her şeye hakkıyla kadirdir” (Al-i İmran/189). Allah (cc) ki, bizim idrakimiz çerçevesinde olan yerde ve gök katlarında ve idrakimiz dışında olan sonsuz uzayda her şeyin sahibidir. Her şey O’na (cc) aittir. Varlık O’na ait olduğu gibi ayetin adeta sonuç fezlekesi olan “Allah her şeye hakkıyla kadirdir” hükmünden anlayabildiğimiz gibi varlığın üzerindeki tasarruf hakkı ve kudreti de mutlak ve hakiki manada yine O’na (cc) aittir.
 
Bu hususun Kuran’daki daha açık ifadeleriyle bize öğretildiğini görmekteyiz: “Resulüm, şöyle de: “- Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen, dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini de zelil edersin; hayır, yalnız senin elindedir. Muhakkak ki sen her şeye kâdirsin” (Al-i İmran/26). Allah (cc) kendisine “Ey Mülkün Sahibi” diyerek hitap edilmesini buyurmaktadır. Ardından da bu hitabın mahiyetini açıklamaktadır: “Sen, dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden de mülkü çeker alırsın”, “Dilediğini aziz edersin, dilediğini de zelil edersin”. İzzet Allah’a aittir, O Aziz’dir. “Hayır yalnız O’nun (cc) elindedir”, mülk hayır şartıyla kullarının tasarrufuna amade olabilir, hayır ise yalnızca O’nun (cc) elindedir, O dilemedikçe mülk nispi sahibine hayır getirmez. Şüphesiz bütün bu hakikat tecellisi ve tezahüründe her şeye kadir olan O’dur (cc). O’nun kudreti olmazsa varlığı ve varlıktaki cevelanı kim yönetebilir, teshir edebilir, yaratabilir, hikmetle tasarrufta bulunabilirdi?
 
O Allah (cc) ki bütün mülk, melekût ve emir âlemlerinin Rabbidir, Malikidir. Biz nispi mahiyette hakikatlerin bazılarına erişmiş isek de hakiki mahiyetteki ilim ve esrarın sahibi olamayız. Özellikle de Melekût âlemi ve buna dair tecelliler ile âlemi emir bizim bilgimizin dışındadır. Bu hal bizi Malik-i Hakiki olan Malik-ül Mülk’e (cc) götürür.
 
Allah’ın (cc) mülkünün genişliği ve büyüklüğü sayısız olduğu gibi çeşitleri de sonsuz derecededir. Adeta Malik-ül Mülk İsm-i Şerifi bütün varlığı kendisine çeken bir keyfiyeti meçhul mıknatıs gibidir, hiçbir şey bu “İlahi mülkiyet” çekiminden kurtulamaz. Buna varlık üzerinde gördüğümüz tasarruflar da dâhildir.
 
Yine Kuran’ın bize öğrettiği gibi “Geceyi gündüze katarsın, gündüzü de geceye katarsın! Hem ölüden diriyi çıkarırsın, diriden de ölüyü çıkarırsın! Dilediğini ise hesapsız rızıklandırırsın!” (Al-i İmran/27). Hayat ve ölüm, gece ve gündüz ile rızık da Allah’ın (cc) mülküdür, sadece O’na (cc) ait tasarruflardandır. Muhakkak ki Allah’ın (cc) yarattığı ve sahibi olduğu mülk ve tasarrufları hikmet ve ilim ile tezyin edilmiştir. Öyle ki “Sizi ancak boşuna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?” (Müminun/115) diyerek münkir ve gafillerin yüzüne vurulan bu sorudan sonra “(Kayıtsız şartsız) mülk (Ve tasarruf) ancak kendi hakkı olan Allah (Böyle abes ve Zatına yakışmayacak şeylerden) çok yücedir. Ondan başka hiçbir Tanrı yoktur. Arş-ı Kerimin Rabbi’dir (O)” (Müminun/116) buyurulmaktadır.
 
Allah (cc) insanı yaratıp da dünyada başıboş bırakacak şekilde abes iş yapacak değildir. Mülkünü hikmetsiz bırakacak da değildir. Bu yüzden O (cc) “Din gününün sahibidir” (Fatiha/4) yani “Ceza (Ahiretteki hesap) gününün sâhibidir” (A. Fikri Yavuz). Evet, mülk ve tasarruf ve hüküm Allah’ındır (cc) ve bu hal serapa hikmettir.
 
Bu münezzeh hakikati inkâr edenlerin yakışıksız sözlerinin Habib-i Ekremini (sav) üzmemesini buyuruyor: “Ey Resulüm, kâfirlerin (Tekzip ve sana dil uzatmalarına dair) sözleri seni üzmesin. Muhakkak ki izzet (Üstünlük) hep Allah’ındır. Allah (Onların bütün söylediklerini) işiticidir, taşıdıkları niyetlerin hepsini bilicidir” (Yunus/65). Zira Mülk, tasarruf ve hüküm Allah’a ait olduğu gibi izzet de Allah’a aittir. Bu hakikate iman eden takva sahipleri büyük mükâfatlarla müjdelenmektedirler: “Şüphesiz ki takva sahipleri, Cennetlerde ve ırmaklar(ın kenarın)da, bir doğruluk ikametgâhında, Muktedir (Her şeye kudreti yeten) bir Melik’in (Allah’ın) huzurundadırlar” (Kamer/54,55).
 
Mülk gibi servetlerin ve ilmin ve kudretin de maliki Allah’tır (cc). Bu ezeli hükme meydan okuyanlara karşı Karun prototipine savrulan tehditler savrulur: “Karun dedi ki: “- Bana bu mal, ancak bendeki ilim sayesinde verildi.” Allah’ın, ondan evvel, geçmiş asırlar halkı içinden kuvvetçe ondan daha şiddetli, mal ve etrafça daha çok, nice kimseleri helâk etmiş olduğunu bilmiyor muydu? Mücrimler günahlarından da sorulmaz. (Allah günahlarını bilir de cehenneme atılırlar)” (Kasas/78). Malik-il Mülk İsm-i Şerifini –Haşa- çalmaya ve sahiplenmeye çalışan zavallı Firavunlar, Karunlar ve Belam-ı Baura’lar bu tehdidin muhataplarıdırlar, doğrusunu Allah (cc) bilir.
 
Nispi mülkiyette tasarruf hakkı sınırlıdır. Şimdi dünyanın en kuvvetli insanını tasavvur edelim. İnsan olarak bedeninde ne kadar bir tasarruf hakkı vardır ki? Bırakalım bedenini, sadece soluk alışveriş verişine ne kadar sahiptir? Alıp da verememek verip de alamamak ihtimali ölümün her an mukadder oluşu gibi bizi düşündürtmez mi? Rızkımızı düşünelim, ihtiyacımız olan gıdaları, meyve ve sebzeleri biz mi belirliyoruz yoksa Allah (cc) mı? Besinleri yerken yeme tasarrufu kime aittir? Bizim irademiz ne kadarına hâkimdir? Sadece besindeki lezzeti alan damağımızdaki lezzet müşirini biz mi koyduk yoksa bizden önce başkası mı? Sadece kendi beden mülkümüzdeki en küçük şeylerde bile tasarruf kudretimiz neredeyse hiç yoksa koskoca âlemde ne kadar tasarruf gücümüz vardır? Servetimiz, evladımız, hanemiz ne kadar bizim irademizin taht-ı tasarrufu altında olabilirler? Hâlbuki Allah (cc) en küçük âlemlerden en büyük âlemlere kadar her varlıkta, her işte, her irtibatta, her oluşta mutlak mülk sahibi olduğu gibi mutlak tasarruf sahibidir.
 
Bu hakikati servet, kudret, ilim ve benzeri konularda inkâr edenlerin akıbetlerini ve ibretlik hayatlarını Kuran’da ve Hazreti Peygamberimizin (sav) hadislerinde görürüz. Sahiplik duygusunun en güçlü olduğu şeylerin başında kudret, servet, ilim ve hayat gelmektedir. Bu yüzden Allah (cc) bu konularda sık sık kendisinin Malik-ül Mülk olduğunu tekrar eder.
 
Malik-ül Mülk İsminin vurgulanmasının ne derece hikmetli olduğunu şu yönden de anlayalım ki, bu ism-i şerifin doğrudan işaret ettiği “Melik-i Mutlak olan Allah’tır (cc)” Bundan dolayıdır ki, özellikle kudret ve servete ilişkin Malik-ül Mülk olduğunu hükmeden ayetlerde biraz da tehditkâr bir üslup vardır, Allah’ın celali isimleri zikredilmektedir: “Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır (cc). Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir” (Fetih/7). Bu ayet vesilesiyle, Malik-ül Mülk hakikatini bize en mükemmel şekliyle hatırlatan bir hadiseyi zikretmek istiyorum. Bu hadise Kuran’da “Fil Vakası” olarak hatırlatılan hadisedir: "Rabbinin fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?/ Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?/ Ve üzerlerine, ebabil kuşlarını gönderdi./ Onlara çamurdan sertleşmiş taşlar atıyorlardı./ Ve onları, yenilmiş ekin gibi yaptı” (Fil Suresi).
 
Bu surede anlatılan hadiseyi kısaca özetleyelim: Yemen/ Sana’da Kâbe yerine bir mabet inşa ettiren Hükümdar Ebrehe o zamana kadar Mekke’ye giden Arabistan yarımadasındaki Arapları Sana’ya çekmeyi, böylece ticari ve sosyal anlamda bir çekim merkezi oluşturmak ister. Ancak, bu gerçekleşmez. Hatta bazı Araplar Kulleys adındaki bu mabedin bir köşesini pislerler. Bundan öfkelenen Ebrehe o zaman göre büyük sayıda bir ordu (Rivayetlere göre 60.000) ve 13 fil ile Kâbe’yi yıkmak için Mekke’ye doğru savaşa çıkar. Öncü kuvvetleri Mekke yakınlarına geldiklerinde Kureyşlilerin mallarına, hayvanlarına el koydular, bunlar arasında Peygamberimizin (sav) dedesi Abdülmuttalip’in de 200 devesi vardır.
Ebrehe’nin Mekkelilere gönderdiği Hunata el- Himyeri isimli elçi Kâbe’nin yıkılacağını, bunu takiben Ebrehe’nin Mekke’den ayrılacağını başka kimseye zarar vermeyeceğini bildirir. Ebrehe’in huzuruna giderken de Mekkelilerin Reisi Abdülmuttalip’i de götürdü. Siyer yazarlarının anlattığı gibi Abdülmuttalip hayranlık duyulacak kadar gösterişli, vakar ve heybet sahibi bir zattı. Ebrehe de kendisine itibar göstermişti. Abdülmuttalip ondan askerlerinin kendisinin iki yüz devesine el koyduklarını belirterek, develerinin kendisine geri verilmesini” istemiştir. Onun bu sözlerine çok şaşıran Ebrehe, hayretle ve zekâsına bir geçit bulduğunu zannederek:
“Seni ilk gördüğümde heybetin beni çok etkilemişti. Ancak bu sözlerin seni gözümden düşürdü. Atalarının mabedinin yıkılmaması için bana yalvarman gerekirken sen develerinin derdine düşmüş, onları istiyorsun” demiştir. Ancak, vakar ve heybet sahibinin asıl sözleri, bu hazırlık cümlesinden sonra söylenecekti. Kureyş’in zeki reisi Abdülmuttalip büyük bir vakar ve kararlılıkla: “Ben develerimin sahibiyim. Develerimi istiyorum. Kâbe’ye gelince; onun sahibi Allah’tır ve Allah evini kesinlikle koruyacaktır” demiştir. O’nun bu sözleri Hanif birinin sözleri miydi? Diline ilham edilen aklına ve şuuruna da ilham edilmiş miydi? Bunları kesin olarak bilemiyoruz. Ancak bu cümle-i kebire Allah’ın (cc) Malik-ül Mülk İsm-i Şerifinin çölün bağrına, Mekke’nin batnına ve Ebrehe’nin baği yüzüne vurulmuş bir mühür gibiydi.
Takip eden şu olay, O’nun sözlerinin tesadüfi ve anlık sözler olmadığını ispat etmektedir. Ebrehe Mekke’ye yaklaştığında, insanlar Kâbe’nin sonunu izlemek amacıyla dağların başına çıktıkları vakit, Abdülmuttalip Kâbe’nin kapısına yapışarak şöyle dua etmiştir: “Ya Rab, bir kul dahi kendi evini korur. Sen de beytini koru. Ya Rab, onlara karşı ümit bağladığım Senden başka hiçbir kimsem yoktur. Sen onlardan kendi beytini koru. Bu evin düşmanı Senin de düşmanındır. Onları beytini yıkmaktan alıkoy”. Bilahare ordunun başındaki büyük filin Kâbe istikametine doğru yürümemesi, ardından da ebabil kuşlarının “Siccin taşlarını” Ebrehe’nin ordusuna atarak perişan etmeleri, Ebrehe’nin de yaralanıp Yemen’e dönmesi ve orada zavallı bir şekilde ölmesi zikredilmektedir. Bu hadise Peygamberimizin (sav) doğumundan yaklaşık iki ay önce vuku bulmuştur. Adeta madde ile mana âleminin birleştiği bir çizgide cereyan etmiştir. Allah (cc) Mekke’nin ve Kâbe’nin Rabbidir, Malikidir (cc), biz dahi iman ediyoruz.
 
Ey âlemi mülkün, âlemi melekûtun ve âlemi emrin maliki Rabbimiz (cc)! Bizleri malik-ül Mülk İsm-i Şerifinin hakikatini künhüyle öğret ve feyizlerini yaşat. Malik-ül Mülk tecelli ve tezahürlerini tefekkürde daim eyle. Bu yönde imanımızı kuvvetli kıl.
 
Ey maddi ve manevi âlemlerin Maliki Rabbimiz (cc)! İşte Ramazan Ayında Senin Hakiki Maliki olduğun emanet bedenimizde gül kokulu oruç emrini tam inkıyat ile misafir ediyoruz. Bütün ibadetlerimizle birlikte kabul eyle. Her neye sahip isek Senin kereminle hediye ettiğini, hidayet ettiğini hissediyoruz. Bizi bu samimi hislerimizde sabit kıl.
 
Ey Malik-i Hakikimiz (cc) su-i istimal ile bize emanetlerin olan akıl, ruh, kalp ve bedenimizi harap etmemizden bizi men et! Lütfettiğin varlığımızı İslam üzere muhafaza et. Yine kâfirlerin, münafıkların, fitnecilerin, şerlilerin ve fasıkların taarruzları yanında kendi su-i istimalleri neticesi parça parça olmuş, zillet ve fesada maruz kalmış Müslüman Dünyasını İslam ahlakı ve kanunları üzerine muhafaza et, sıhhat ver!
 
Ey Mekke’nin ve Kudüs’ün, Mescid-i Aksa’nın ve Kâbe’nin Malik-i Mutlakı Rabbimiz (cc)! Mukaddes mekânları tıpkı Sevgili Peygamberinin dedesi Abdülmuttalip gibi senin himaye ve hıfzına emanet ediyoruz. O mekânları ancak Sen koruyabilirsin. Zira Sen Malik-ül Mülksün. İslam dünyasının diğer memleketlerini de Mukaddes şehirler gibi emin ve münezzeh kıl.
 
Ey mazlumların ve mazlumelerin Malik-i Hakikisi Rabbimiz (cc)! Ey İslam dünyasında ağlayan Mekke’nin, Kudüs’ün, yetim şehirlerin ve kızların ve çocukların Malik-i Hakikisi Rabbimiz! Mazlumları Malik-ül Mülk İsminin tecellilerini şefaatçi kılarak Sana emanet ediyoruz. Kabul eyle. Muhafaza eyle. Şüphesiz ki İslam şehirlerine ve İslam ahalisine saldıranlar senin Malik-ül Mülk İsm-i Şerifinin mahremiyetine da saldırıyorlar, bizim korumaya gücümüz yetmiyor senin namütenahi kudretine havale ediyoruz Rabbim. Sahibi Hakiki Sensin, din gününün Maliki Sensin, duaları duyan Sensin, Mülkünün Maliki Hakikisi ve Hafız-ı Mutlak olan Sensin, melce-i hakiki Sensin, Sana yalvarıyoruz, kabul et, muhafaza et Rabbimiz! İsyan ve tuğyan ile haset ve buğz ile saldıran çağımızın Ebrehe’lerini ve ordularını hezimete duçar kıl Allah’ım! Âmin.”
 
 
ROTAP- banner-

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir