Muksit İsm-i Şerifi

MEHMET ALİ BAL
Muksit İsm-i Şerifi
 
“Muksit” İsm-i Şeriflerinin ıstılah manası için “Hükmünde mutlak adil ve insaflı olan, bütün hüküm ve işleri denk ve birbirine uygun olan, mazlumlara insaf eden ve zalimden mazlumun hakkını alan, adil, yarattıklarından hiç birine haksızlık, eza, cefa, eziyet ve zulüm etmeyen”  denilmektedir. Allah’ın (cc) İsm-i Azamı’ndan sayılan “Adl” İsminin yanında “Muksit” İsminin de olması bizler için ciddi tefekkür vesilesidir. Esma-ül Hüsna birbiri içinden geçen galaksiler gibidirler, bazı galaksi kümeleri iç içe birleşirler, bazıları bir diğerinin çevresinde döner. Bazen de zaman ve diğer mahiyetlerin değiştiği ve olgunlaştığı durumda merkez ve peyki durumunda olan manalar da değişirler, yeni hakikatlerin elbiselerini giyerler.
 
Bir açıdan bakıldığında, Adl İsminin gölgesinde, çevresinde veya dairesinde dönen bir isim olarak idrak edilebilir. Bir diğer açıdan ise Adl İsmiyle karşılıklı olarak birbirlerini izah ve şerh ederler; keyfiyetini bilemeyeceğimiz bir şekilde birbirlerini tamamlarlar, zaten tevhit hakikati önümüzde durmuyor mu? Bütün isimler bir olan Allah’ı (cc) anlatırlar. Varlıkta tevhit olduğu gibi esma ve sıfatlarda da tevhit vardır. Her bir isim ve sıfat bir olan misli, naziri ve şeriki olmayan mutlak Zat-ı Bari’yi birbirlerini tamamlayarak, destekleyerek yine keyfiyetini bilemeyeceğimiz bir “İlahi esma mimarisi” dâhilinde anlatmaktadırlar.
 
“Kaf- sin- tı” kaseta fiili ilginçtir, muzari çekimi ayn’ül fiil kesrelidir, birinci sırada “Adaletten sapmak, zulmetmek” manasındadır. Aynı fiilin müzari çekimi ayn’ül fiili kesre ve fethalı, tam bizim bildiğimiz manadadır: “Hâkim adil olmak, adalet etmek”. Bir başka manası; Boyun kuru olmak, -arkasında gelen isimle birlikte- hayvanın ayakları dik olmak, kemiklerin zayıflıktan değnek gibi kuru olması, manalarında kullanılmaktadır.  Aksata iksatan er-raculü “Adam adalet etmek”, “Kasseta taksitan ed-deyne”, “Borcu takside bağlamak”, fiile “eş-şey’e” kelimesi eklenirse “Bir şeyi kısımlara ayırmak”; “fi iyalihi” eklenirse “Evladü iyalinin nafakasında kısıntı yapmak” anlamındadır. ; “Takasseta takassütan el-kavmü el-male” “Bir şeyi aralarında adalet üzere bölüşmek”; “iktaseta iktisatan el-kavmü el-male” bölüşmek şeklinde kullanılmaktadır. “El-kıstü” kelimesi ise “Adalet yapma, miktar, terazi, hisse, nasip, bir çeşit ölçek” anlamındadır.
 
Nitekim Kuran-ı Kerim’de bu manada bir misal görülebilir: “Ve Biz, kıyamet günü adalet mizanlarını koyarız. O zaman, kimseye hiçbir şeyle zulmedilmez. Ve hardal tanesi kadar bir ağırlık olsa, onu getiririz (hayat filminde gösteririz). Ve Bize, hesap görücüler kâfidir” (Enbiya/ 47). İlaç ve buhur olarak kullanılan bir Hindistan menşeli kök olarak da kullanılmaktadır. “El- Kıstasü”  “Ölçülerin en sıhhatli ve mazbut olanı, terazi”dir; Doğru ölçüyle tartın ifadesinde “Vezinu bil kıstas-il müstakim” (İsra/ 35) buyurulmaktadır. “El- Muksitu” Cenab-ı Hakkın isimlerinden biri. Adil. Adaletli (El- Mevarid; Mevlüt Sarı).
 
“Allah, kendinden başka ibadete müstahak bir varlık olmadığını delillerle açıkladı. Meleklerle, ilim sahipleri de adâlet ve hak üzere durarak buna iman ettiler. O’ndan başka hiç bir ilâh yoktur. O, tevhit getirmeyenlere galiptir; hüküm ve hikmet sahibidir” (Al-i İmran/ 18). Burada “Adalet üzere durarak ifadesinin Arapça orijinal tasarrufu “Kaimen bil kıst”tır. “El- Kıstu” kelimesi “Kaf-sin-tı, (Kaseta) fiilinden gelen bir kelimedir.
 
Yine Kuran’da “Ve ölçtüğünüz zaman, ölçüyü tam ifa edin (yerine getirin)! Doğru olarak ve adaletle (doğru ölçü ile) tartın! İşte bu, daha hayırlı ve tevîl (yorum) bakımından daha güzeldir” (İsra/ 35) buyurulmaktadır. Doğru ölçüyle tartın ifadesinde “Vezinu bil kıstas-il müstakim” kullanılmaktadır. “Kıstas” aynı fiilden gelmedir. 
 
Rahman Suresi bütünüyle “Muksit” İsminin yüksek ve sanatlı tecellilerinin de saltanatlı, tatlı ve taravetli ifadeleridir. “Muksit” ve “Kıst” kelimelerinin manalarını bir rüşeym halinde verdiği için ilk 13 ayetinin mealini birlikte okumak istiyorum. “İnsanı, O yarattı./ Ona, beyanı (İdrak edip ifade etmeyi ve açıklamayı) O öğretti./ Güneş ve Ay (yaratılışları ve yörüngelerindeki hareketleri), (Astrofizik) hesaplarladır (Hassas dengelerle dizayn edilmiştir)./ Yıldızlar ve ağaçlar, ikisi de (Allah’a) secde ederler./ Ve sema; onu yükseltti ve mizanı (Ölçüyü, ağırlığı ve çekim kuvvetlerinin dengesini) vazetti./ Mizanda (Ölçmede) haddi aşmayınız (Haksızlık yapmayınız)./ Ve vezni (Tartmayı), adaletle yapın ve mizanı eksiltmeyin (Ölçmede eksiklik yapmayın) “Ve akimul vezne bil kısti”./ Ve arz; onu, hayvanlar (Ve bütün canlılar) için vazetti (jeolojik olaylarla, üzerinde canlıların yaşayabileceği şekilde dizayn etti)./ Orada meyveler ve tomurcuklu hurma ağaçları vardır./ Yapraklı taneler ve güzel kokulu bitkiler vardır./ O halde siz (İnsan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” (Rahman/ 1-13 ayetleri).
 
İlk beş ayette Allah (cc) Kâinatı nasıl bir nizam ve adalet üzere yarattığını ferman etmektedir. “İnsanın yaratılması, ona beyanın öğretilmesi, güneş ve ayın hassas hesaplarla dönüşleri, yıldızlar ve ağaçların Allah’a (cc) secde etmeleri, semanın yükseltilmesi ve mizanı vazetmesi” “Muksit” isminin tecellilerinin mukaddimesi mahiyetinde hazırlayıcı ve muhteşem ifadelerdir. Allah (cc) bütün âlemi üzerinde tesis ettiği mizan ve adalet prensibini insanın amellerine de prensip olarak emir buyurmaktadır: “Mizanda haddi aşmayınız ve vezni adaletle (bil kısti) yapın ve mizanı eksiltmeyin”. Eğer Müslümanlar ölçü ve tartıda müstakim davranırlarsa baştaki gelen ayetlerle tasvir edilen kozmik yaratış ile uyumlu olacakları gibi takip eden ayetlerdeki Hazret-i Muksit ’in (cc) muvazeneli, insicamlı, hayatlı, her biri dünya ve ahiret kokan güzellikte, ince sanatlı, vs. İlahi Mükevvenat ile de insicam ve ihtiram içinde olacaklardır. Onlara selam olsun!
 
Aksi yönde ise (Yani bütün bu yaratılmışları inkâr sayılacak tarzda, Yaratan’ı (cc) tanımama, O’na şirk koşma, vb. inkârcı tutumları) başta ifade ettiğimiz Muksit kelimesinin manaları içinde olan “İnsaf” mefhumu çerçevesinde düşünürsek, büyük bir hadsizlik, cinayet ve saygısızlık yapılmış olunur! Bu yüzdendir ki, Rahman Suresinin mükerrer ayeti defalarca “O halde siz (İnsan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” (Rahman/ 13 ve diğerleri) vurgusu yapmakta, yalanların ve inkârın en büyüğünü teşhir etmektedir. Bu hususun pozitif ifadeyle teyidi yukarıda dikkate arz ettiğimiz ayet mealidir: “Allah, kendinden başka ibadete müstahak bir varlık olmadığını delillerle açıkladı. Meleklerle, ilim sahipleri de adâlet ve hak üzere durarak buna iman ettiler. O’ndan başka hiç bir ilâh yoktur. O, tevhit getirmeyenlere galiptir; hüküm ve hikmet sahibidir” (Al-i İmran/ 18). Muksit isminin tecellilerinden birinin de bizim aklımıza, vicdanımıza ve irademize izdüşümü bu olsa gerektir.
 
Muksit İsmi Şerifinin bir diğer manası da “Bütün hüküm ve işleri denk ve birbirine uygun olan” demektir. Burada, doğrusunu Allah bilir ancak, Allah’ın (cc) büyük âlemler ve kâinatlar içindeki tasarruflarının, yaratmalarının ve sanatlarının arasında insicam, denklik, uyum ve güzellik olduğu gibi bu âlemler ve kâinatlar arasında da aynı insicam, denklik, uyum ve güzellik bulunmaktadır:
“Subhane men tehayyere fi sun’ihil 'ukul
Subhane men bikudretihi ye'cizül fuhul”
(Ziya Paşa)
“Sanatı karşısında akılları hayrete düşüren büyük Allah’ı (cc) tespih ederim,
Kudretiyle âlimleri aciz bırakan yüce Rabbi eksikliklerden tenzih eder, tespih ederim”. Acziyetimizi görmek için sadece teknolojik imkânlarla görebildiğimiz en küçük ve en büyük âlemlerin sayılarına, içlerindeki nizam ve işleyişe, nihayetinde de hepsi arasındaki benzersiz insicam ve nizama bakmamız yeterli olacaktır.
 
Zat-ı Muksit’in (cc) manasında zikredilen “Adil, yarattıklarından hiç birine haksızlık, eza, cefa, eziyet ve zulüm etmeyen; mazlumlara insaf eden ve zalimden mazlumun hakkını alan” manası bir boyut değiştirme sayılabilir. Allah’ın (cc) tekvini âlemlerinden ve şuunatından, teşrii nizamına ve mükerrem yarattığı kulları arasındaki son derece mahrem ve Zatı Bari’sinin bile kulunun affetmesinden sonra affedeceğini buyurduğu insani haklar, ictimai hakların dairesine girmiş bulunuyoruz. Bu öyle bir sırlar dünyasıdır ki, Allah (cc) nihayetsiz bir uyum ve insicam içinde, kâinattaki adil ve hakkaniyetli tekvini nizamının izdüşümünü bütün bir “Cin ve ins topluluğu içinde” görmekteyiz. Burada artık tevhit hakikatinin en ince sırları ayandır. Mesela “Mazlumun sessiz çığlıklarını” en ağır ve şiddetli tarrakalar, kesif tabakalar ardından duyan ve tek tek hususi cevaplar veren Hazret-i Muksit’ten (cc) başka kim olabilir? “Muztar dua ettiği zaman, duasına icabet eden kimdir?” sorusuna verilen cevap Allah’ın (cc) varlığının delillerinden sayılmıştır bazı âlimler tarafından.
 
Bu mana o kadar zengindir ki, her bakıldığında insanı kemale götürücü bir yol bulunabilir. Mesela Allah’ın (cc) kendisi “Yarattıklarından hiç birine haksızlık, eza, cefa, eziyet ve zulüm etmemiştir, etmemektedir ve etmez ki, yarattıklarından zalim olanları sevsin”… “Zulmedenlere müsamaha etsin”… “Mazlumlara insaf etmesin”… “Zalimlerin elinden mazlumun hakkını almasın”… Zatı Muksit’in (cc) marifetine eriştikten, tevhit hakikatini kabul ettikten ve isimlerinin manalarını avam düzeyinde de olsa bildikten sonra yukarıda saydığımız önermelerin yanlışlığından kimse şüphe edemez. Diğer yandan, zulme maruz kalana Zat-ı Rahman ve Rahim’in merhamet ve insaf etmesi de büyük lütuflardandır. Ve İlahi adalete ve Zat-ı Muksit’in münezzeh tasarruflarına bakar mısınız, büyük hikmet ve insicama sahip “Adaletle tesis ettiği, yarattığı nizamının” içinde yer verdiği mazlumun hakkını zalimden almaya hakkaniyetle hükmetmiştir. Yine bu mana içinde okunan hakikat şudur ki; zulmün bahanesi, gerekçesi veya herhangi bir meşru sebebi yoktur ki, zalime insaf edilsin! Ancak ve ancak mazluma insaf edilmektedir!
 
Din günü olarak da isimlendirilen, hakiki terazinin kurulacağı, bütün insan hak ve hukuklarının en ince ve bilinmeyen noktalarına kadar hesaplanacağı, en küçük kul hakkının bile kulun affına bağlandığı günün Sahibi (Malik-i yevmiddin) Hazret-i Muksit (cc) olabilir. Bu hakikatin nihai esası ve meyvesi de tevhit hakikati ve cümlesidir kuşkusuz. Aksi bir mantıkla bakılırsa, “Mazluma insaf etmeyen, onun hakkını zalimden alıp kendisine veremeyen, kalbini tatmin ve ruhunu emin kılamayan, din gününün nihai hesabını icra ettiremeyen bir rab olamaz”. Bu tevhit hakikatine aykırıdır.
 
Bu yüzdendir ki, kültürümüzde ve irfanımızda “İnsaf” ve “İnsaf sahibi olmak” merkezi bir yer ve değer teşkil eder. “Edep ya Hu” yazılı Mevlevi sikkesinin arka yüzüne “İnsaf ya Hu” yazılsa değer. Hele zamanımızın olaylarını yaşadıkça, Mevlevi sikkesinin çevresindeki beyte iltica ederek:
“Ehl-i irfan arasında aradım kıldım taleb
Her hüner makbul imiş illâ edeb illâ edeb” yerine,
“Ehl-i irfan arasında aradım kıldım taleb
Her hüner makbul imiş illâ insaf illâ insaf”
diyesim geliyor.
 
Edep nasıl ki, yolun erkânından ise, insaf da yolun hakikati ve esasından sayılabilir. İnsafın ilk adımı da Bir Olan Allah’ın (cc) nimetlerine ve lütuflarına karşı kadirşinas olma, inkârcı olmama, yalancı olmamadır. İkinci adımı, Hazreti Muksit’in (cc) adaletine ve hakkaniyetine tam imandır. Üçüncü adımı da İlahi Hukukun koruduğu mazlumun hakkına sahip çıkmadır. İnsaf merdivenlerinden Hazret-i Muksit’in (cc) nezdine çıkarken de kâinatımız içinde ve sayısı bizce meçhul sayısız kâinatlar arasındaki insicamı, nizamı ve tevhit hakikatinin varlık ve esma âlemindeki izdüşümünü tefekkür ve idrake çalışmaktır.
 
İnsaf meselesine bizim irfanımız “İnsaf Dinin yarısıdır” diyecek kadar özel önem vermiştir. Bu manada, “İnsaf ya Hu” haykırışı mübalağa sayılmayacaktır. Bu hususi tutumun kökenleri de kültürden irfana, irfandan marifetullah seviyesine kadar yükselmektedir. 
 
"Akile çeşm-i insaf gibi mizan olmaz, ​
Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz"
 
Kelam-ı kibarı, adeta Muksit İsminin tefsirinin bir izdüşümlerinden birisi gibi görünmektedir. İnsaf Nazarı, idrak makuliyetinin kaynaklarından biri olarak ortaya çıkmaktadır. Bu idrak makuliyeti meselesi sadece insanlar arası ilişkilerin ve sosyal konuların ötesinde de geçerlidir. Bu sahalardan en önemlisi Allah’ın (cc) hukuku ve çizdiği hudutların algılanması meselesindedir. Nasıl olmasın ki? Adl ve Muksit İsmi şeriflerinin beşeri dünyamıza yansıyan ışık huzmelerinden dünyevi adalet, karşılıklılık ve uyum meselesinde, en küçük bir inşa edici eylemin ve yardımın bile sahibine yer verilir ve karşılığında teşekkürler edilir. Bu halde, devasa kâinatları yaratan ve mükerrem bir varlık olarak bizleri de vücut ile şerefli kılan sonra da sayısız nimetlerini bize lütfeden Allah’ın (cc) sınırsız ve sayısız yaratmaları, nimetleri, lütufları karşılığında inkâra sapmak, şirk koşmak, hakkıyla tanımamak, vs. tavırlar adalet ve insafa sığar mı? Bu durumda, “Allah’ın (cc) apaçık ve sayısız nimetleri inkâr edilme derekesine düşülmüş olmaz mı?”
 
Ya Hazreti Muksit! Ey Hükmünde mutlak adil ve insaflı olan Rabbim! Ey bütün hüküm ve işleri denk ve birbirine uygun olan Yegâne Halikımız! Ey yarattıklarından hiç birine haksızlık, eza, cefa, eziyet ve zulüm etmeyen; aksine rahman ve Rahim ve Vedüd isimlerinin tecellileriyle adeta merhamet ve şefkat misalleri yaratan Rabbimiz!  Ey Mazlumlara insaf eden ve zalimden mazlumun hakkını alan Adil, Muksit, Hakem, Aziz, Melik isimlerinin Mutlak Sahibi Allah’ım! Saydığımız esman hürmetine bizlere idrak ve fehim kudreti nasip eyle. Marifetine eriştir, rızana yaklaştır. Özellikle de Muksit isminin tecelli ve tezahürlerine mazhar eyle. Âmin”.
 
 
 
ROTAP- banner-

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir