Kenan Işık’a Dua Niyetiyle

MEHMET ATAK  
Kenan Işık'a Dua Niyetiyle
 
Kenan kaza geçirip bizlerin alakalanamadığı düzleme geçeli bir sene oldu. Beril'in (Işık) kendinden fedekarane sabrı ve ihtimamıyla bedeni bir ricata hazır en sağlıklı haliyle muhafaza ediliyor. Bir kaç gün sonra dönebilir, seneler sonra dönebilir, ömrünün nihayetine kadar hiç dönmeyebilir.
 
Halihazırda ıssızlığıma açtığı genişlemeyle benim algımın eksik kaldığı yerde. Ölümle barışalı seneler var, İbn-Haldun'un Hazerilik'in tehlikelerinden bahsederken dikkat çektiği nafile sahte ölümsüzlük hırsının epey idrakında, epey mesefaliyim, tabii cirmim kadar. Ayşe (Şasa) ölüp ıssızlığımda büyük bir genişleme açtığında cenazesine giderken kendi adıma bir beyaz zambak, dünyevi faaliyeti askıda, Ayşe'yi çok sevmiş Kenan adına da bir beyaz zambak almış, tabutunun üzerine bırakmıştım.
Ben, arda kalanlardan birine bir yararım olacağına inanmazsam cenazelere gitmem. Ama Ayşe'ye gittim, bilmiyorum sebebini hala. Ölüm menşeili vedanın dünyevi mekanı olmaz,, ki zihni ve kalbi veda da olmuyor, özledikçe ona dair iç seyahatlerde kalbinizi ve aklınızı açacak bir efkara bulaşıyor, hatıra parafından alakanızı devam ettiriyorsunuz. Ama siz hala bu dünyadayken, onun dünyadalığındaki varlığını özlüyor, kendinizi ısssızlaşmış hissediyorsunuz.  Issızlığınızı sık sık hissetseniz de artık onun bu dünyadaki yokluğunun farkındasınızdır artık ama Kenan'da durum farklı, kararsız denge gibi, hacıyatmazla oynar gibi, her an sizin algı katmanınıza ricat edip onunla oluşmuş ıssızlığı kırabilecek gibi. Benim şahsi inanç serüvenimin şu döneminde kılavuzum bir Kitab yok. Mümin Suresi, 60. Ayetinde mealen "dua edin kabul edeyim" der. Ben de meşrebimce biyografimce dua ediyorum Kenan için, bu dualarımdaki bencilliiğin, ona yeniden kendi algı sınırlarım dahili kavuşma tamahımın da idrakındayım ama belki ondan kellisi kabul görür diye ediyorum. "Merheba"yı kabul ettiğim an içimden bu oyun Kenan'a dua olarak gitsin dedim. Merheba devam ettikçe ondaki zihni ve fiziki emeğim kalbimde hep Kena'a dua. Dilerim kabul ediliyordur. Bu yazı da bir dua olsun…

Kenan'ın bana izafi kararsız dengeliğini devam ederken onu okuyup, dair konuşamayacağımız yeni bir yazı yazmak istemedim. 

Arkasından olacak gibi geldi, kalbim kaldırmadı. 2005 senesinde, Kenan'ın başka bir yazım türünden adapte etmediği, üç özgün oyunu (Bebek Uykusu, Olmayan Kadın ve Aşk Hastası) kitap olarak basılırken Kenan bir önsöz yazmamı talep etmişti, duama vesile o eski metni yapıyorum. İnsan sabit değil, bağışlanmış aklı ve kalbine ihanet etmedikçe idrakı mütemadiyen açılıyor. Yazıda benim için arkada kalan şeyler var ama Kenan'a dair, onun okuyabilmiş olduğu kaleme almış olduğum son yazı. Kenan on küsur senedir, en gizli kovuklara saklanmış bilgileri bulmaya çalışarak Rumi üzerine bir oyun hazırlığına devam ediyordu katman değiştirmeden önce. Üzerine sık sık sohpet ederdik, bana "Şems'i oyna" derdi, son dönemlerde "olmaz Şems için çok ihtiyarım komik olur" demiştim. Vazgeçtim, sen yeter ki benim benim düzlemime dön, en ufak mızmızlık etmeden senin tahayyülüne teslim olup Şems'i oynamaya çalışacağım.

"Bu kadar beklerken habersizdi / Ve hatta onlar da habersizdiler / Sular mı anladı / Dağlar mı sezdi / Yoksa birdenbire bir çiçek mi / Bir gün / Herhangi bir an / Ama bir çelik an / Herşey / Ve hepsi başlarını kaldırdılar / Ve hemen ellerinin gölgesi düştü yüzlerine / Karmakarışık belirsiz uzun / Geçti ve geçti gölgesi / Zerdüştün ayaklarından bir kartalın" Cahit Zarifoğlu

Eski metin:

Hakikat-i Ken’an & Hikaye-i Kenan

Bir adamın kitabı. Bir adamın, hayatının bir diliminde tek tek yazdığı sözlerin bir araya gelmesinden müteşekkil, bir adamın bir zaman kesitinin kitabı. Bazı adamlar yaptıklarından ayrılmazlar. Yaptıkları kendilerinin izdüşümüdür. Kendileridir…  (hâşâ, diyalektikten haberdar olduğumuzdan kelli bu kendi’liği durumu sabit değildir, biliyoruz) Ama yine de BURADA ve ŞİMDİ kendi’leridir. Adam yazısıdır, Adam oyunudur, Adam kendisidir. Bir Adam’ın kitabı, Ken’an’ın kitabı.

HZ. YUSUF’UN İÇİNE ATILDIĞI KUYU MADDİ ALEMİ, KEN’AN BELDESİ İSE KUTSAL ALEMİ TEMSİL EDER. BEDENİN KARANLIĞINA HAPSEDİLEN ŞEREFLİ İNSAN RUHUNA DA YUSUF-U KUTSİ DENİR.

Onu, hiç sevmediğim ama mecbur kaldığım –en azından kaldığım zannına kapıldığım- dublaj koridorlarında görmüştüm ilk. Gıyabında “köylü” diye dalga geçilirken –“milletin efendisidir” ya!- Sonra özlediğim az insandan biri, Okan (Uysaler) tanıştırmıştı. Çatlak sevgilimin evine Etiler’e taşınacaktım, ama üstünden “bir” Mayıs geçmiş Kazancı’daki evimden de vazgeçmek istemiyordum, kürkçü dükkanı misali Kenan da İstanbul’a yeni gelmiş ve ikinci elden kiralamak için bu evi görmek istemişti. Kitaplarımı falan da bırakacaktım galiba. Kitap’sız olmaya meylettiğim bir hayat dönemi miydi? Necatigil miydi? Aslında kaçışım benzemek miydi Ev’e…?

İlk intiba: asla sıcak değil’dim-im… olacağım; hatta pek çoğuna göre “sinir”. Kenan baştan arkadaş oldu ben’le. Ama neden? Ban’a sormayın, ben’in aklı ban’a ZOR yetiyor.

Sonra da “de” monden bir kavrama saplandı; vefalı oldu her dem bu arkadaşlığa.

Ben çok gençtim başta; yani ken’an Adam’ı tanıdığımda. Sonra yaş’landım, o ben’den yaşlı oldu -diyalektiğe tezat ama bu hep, herkese olur- Ama yine “de” monden bir kavrama takılı kaldı; saf, saf’tirik oldu -kendi’ne, yaptıklarına tezat dursa da- İNANDI! Hep önce inandı. Belki de hiç Lacan okumamıştı da ondan, mesleki deformasyon icabı “söz”ü “ses”ten ayıramaz olmuştu, ya da gelenekçiydi, ne bileyim, bir “şey”lere takılma takıntısı vardı falan… Ban’a sormayın ben’i…

TERÖR! Cehennem iç’imizde miydi? Ya bu coğrafya, öyle “bir çağ yangını” deyip geçmek var mıydı? Kitap’lı ya da Kitap’sız. İnsan melekler aleminden sürüldüğünden beri miydi? KULBE-İ AHZAN. Yakub ken’ana oturmuş Yusuf’un yasını mı tutuyor. TERÖR!

Çift eklemli ses kuşağındaki anlatı: Kenan Işık 1949’da Malatya’da doğdu. Tiyatro’yla ilkokul müsamerelerinde ilişkilendi. Ortaokulda Malatya Halk Evi’ne devam etti. 1964’te ise lise öğrencisiyken Ankara Meydan Sahnesi’nde profesyonel oldu. 1972’de Devlet Tiyatrosu’na girdi. Gazi Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nü bitirdi. 1996-2001 yılları arasında İstanbul Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği’ni yaptı. 2001’de Devlet Tiyatrosu’ndan emekli oldu… Bir anda ses kuşağı kopar, sadece görüntü kalır. Ya canlı söz? Ses ve Söz ayrılmadan öncesi söz?

Bebek uykuda. BEBEK UYKUSU. Tilki uykusu, zamanı eğirip duran bir Tanzimat acuzesinin kuru yarığında genleşen bir terörün tazminatı altında. Uyu bebek! Uyuyabilir’sen -sen-… Namuslu’nun dişisiydi AFİFE, “koskoca” bir millet suavi olmadığı için ancak sabah gördü JALE’yi, ince incecikti.

Yapraklar ise epeydir kirli. Bir de fonda yarım kalmış bir hat, puslu… TERÖR!

Bakırköy (!)’de, İvan İvanoviç’i var etti Adam. Aha bürokrasi! Aha Stalin! Aha bööyük törkiye! VAR MIYDI? Yani ken’an İVANOVİÇ, NAZIM YAŞAR. YAŞAR YAŞAMAZ. Ne YAŞAR ne YAŞAMAZ. Ne sin kara kaplı nizami? YAŞAR o da yaşar. Aha bürokrasi! Aha stalin -nereden çıktı bu “cins” isim ya- Aha böööyük törkiye!

Ya Yusuf? Yusuf kuyuda mı kalacaktı? Bir teröre… ABDUL’u can’ından BAZ’dılar, canan’a grotesk baktı bu coğrafyadan. “Kötülük dayanışması” derdi Ece Abi (Ayhan). Ya Yusuf, Ya Terör.

Duncan, bir tekerlekli sandalyeye oturmuştu, iktidarın hadımlığında – sonra bu sandalye sahnelere pelesenk olacaktı- Cadı ekrandan izliyordu. TERÖR! Marx’ı okumuştu ADAM, Heiner Müller de “Brecht’i Brecht’in yaşadığı dönemdeki gibi sahnelemek, Brecht’e en büyük ihanettir” demişti. Lady MACBETH’in elleri kanlı hala oyunun son sahnelerinde. Kitab-ı Marx’ın ümmü kulları pek kızdı Adam’a, onlar Wisnewski’nin bir atın hikayesinin bir cümlesinden çıktığı gece KAMAŞMA’mışlardı da. Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusunda, elleri kanlıydı onların, ekrana bakıyorlardı ve ekrandan gelen vahiylere uyup ellerinin kanlarını kurutmuyorlardı.

Bilgiliydiler, ama Kitap’ı Kemal’e tapmışlardı ve “zaten yoktular” yazmışlardı hayatlarının bir dönemlerinde sevdikleri “ne” KADINlara. Bu coğrafya tek ellerin süpermarketlerini tanıyınca adı da yok oldu ya… Kadın OLMAYAN. Ya dareyinin orta yerindeydik, ya… melekler aleminde mi unutmuştuk yusufu? Bir duvar parçalandı, di mi? “Söz”süz oturdu bir keşiş, Nijinski de bir daha konuşmamıştı.

Zümrüt gibi bir taştı Beril. Adam’ın şansı oldu. Yusuf’un peşine düştüklerinde bazı adamlar, ken’an’da oturmuş, O’na eş görüp kendini Yusuf’u yaratmaya durduklarında “çekilmez” olurlar başkaları için. Cehennem başkalarıdır, onlar da başkaları için Cehennem. Ama Beril hem akıllıydı, hem duyarlı… hem de göz perdesi kalkmış bazı katmanlara. Adam’ın şansı oldu. Sonra adaşım oldu, Ahmet zaten vardı. Süreyya ise Ülker ya da Pervin takım yıldızlarının bir başka ismiydi ve zaten bu yazıyla alakası yoktu.

Adam Darülbedayi’nin tekerlekli sandalyesine oturdu…

Üç adam unutulmak-unutturulmak istenmişti bu coğrafyanın resmi-ince, ve dahi gayrısı da resmi-ince: Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir, Oğuz Atay. Hatta resm’en öte(?)ki’lerin ellerine bırakıldılar: Wallersten’i de “İslamcı” zannetmişti bazıları Jeo-Politik/Jeo-Kültür dediği yerde bu coğrafyada. Adam Huzur’u çıkardı, pek çok dem vücuduna yabancı elbiseler resmi ellerce giydirilmiş bir coğrafyanın, iki cami arasında binamaz bir ruh yangınının yabancı HUZUR’unu. Şerif Mardin, İslamdan sonra bu coğrafya’da “trajedi” yoktur der. PROMETHEUS/İDRİS. Aynadaki miydi zahiri olan yoksa karşısındaki mi?

Sabri Ülgener’i unutturmaya çalışmamışlardı, çünkü onu zaten bil’dirmemişlerdi. Oysa om edebi, edebiyatı bilirdi.

Ya Beckett, hala erken bir peygamber miydi? Son oyun’un penceresinde “dışarısı” var mıydı? Ya da mahşer gelmiş miydi yoksa çoktan? Ya Nuri Pakdil’in Korku’su… “ne” idi? Ekranlar, Ekranlar, Ekranlar…

Ayla-Beklan Algan çağırdıydılar da bir gün TAL’e -dolayısı ile Darülbedayi’ye-, eski bir Hamlet’le mezarlıkta. NEYİ DEĞİŞTİRMİŞTİR DEVRİLMİŞBİR TRAMVAY YAKIN MEZARLIKTA. -Neden bu Hamlet bırakmaz beni, kararsız bir denge miyim yoksa, Ediz Tezel’in resimleri mi? Ban’a s…Anka kolonlanamamıştı, Simurgsa artık bir sahaf. Küllerim, küllerim, benim güzel küllerim. Bir katliam geleneğinin ban’a, ben’de, unuttuğu cesetlerim. Buhur-u Meryem’deki koku “kan” mıydı? Mina Urgan da “akıl” verdi –hep “el” verilecek değil a!- Cismen de ikiye bölündü Hamlet, hatta soliloglarda Can Yücel’in ağzı ile. ÖLÜM ve OYUN oldu Darphane-i Amire’de. Ken’an da oturan Adam da Lear, Kral! Bir mezarın topraklarını yedirdi kursakları dolu “aç” kızlarına.

İdris Küçükömer GERÇEK’te bir “uç” beyi miydi?

Tekerlekli sandalyedeki adam! Kral! Übü! STATÜKO muydu? Parodisi mi masanın karşısında oturmanın? Bir soytarı hacıyatmaz gibi oynadı Kral’la. Bir yevmiyeli hacıyatmaz gibi oynadı Genel Sanat Yönetmeni’yle. Her tekrarın yazgısı olduğunu bildiğindendir belki de Adam’ın tekerlekli sandalyesindeki hadımlığın.

CANLI SÖZE SAYGIYLA. Yusuuf! Aşk! aşK! aŞK! AŞK! HASTASI. Hüsn-ü Aşk. Galip. Şeyh Galip… Taassup: Kapalı kepenkler ardında sağlıksız bir beyazlığa bırakılmış nice… Adam kendi’siydi. Tehlikeliydi. Sakal da Bıyık da onu reddetti. Kendi’siydi. Adam. Nefs! Nefs! Nefs! Cehennem Kraliçesi. Ceset. Hüsn-ü YUSUUUF! Attar nerde durur usta? Arabi nerde? Su ne zaman H2O’dan çıkmıştır? Sen hiç linç okudun mu usta? Ya İllich? Diplomanı yırttın mı hiç? Bir terziye çırak girdin mi, Haydar Ergülen’in kelimelerinde?

Bir köşesinden müsebbibiyimdir belki Adam’ın MEDYATİK döneminin. Omuzlarımda bir orman yangını… “Kabul et” demiştim “Önünde sonunda bir bilgi yarışması, kültür…” MEDYATİK oldu Adam. “Who Wants To Be a Millionnaire?”in coğrafyaya basanı “Kim 500 Milyar İster?”, hussky bir sesle “Emin misiniz?” diyerek. Sonra “Nanny”nin coğrafyadan ikmalli “Dadı”sı geldi. MEDYATİK, maydanoz, maymun, -ama marmoset cinsinden değil- ve saire. Senelerce kimseyle konuşmamıştı Nuri Pakdil. Adam maymun oldu ama “hafif”leyemedi bir türlü. Neden? Ne neden? Külbe i ahzan’da mı bırakmıştı suretini? Sureti mi kendi’siydi.  Ya Sevim Burak çığlık çığlığa bir yangın yerinde  soruverirse birden “Kenz-i Mahfi nerede yusufun?” Ben ise söz’de Cahit Zarifoğlu suretleri görür olmuştum. OLMAK YA DA OLMAMAK, bir ihtimal daha var mıydı yoksa? Sahi kenz-i mahfi nerede yusufun ken’anda sureti Adam? Ölmeyen hikayede mi?

BİR FOTOĞRAFIN ARABI

İndi tekerlekli sandalyeden…

Kaç kişi okur Ebu Zerr el Gifari’den kalanı ya Yeşim Dorman’ı ya Dücane Cündioğlu'nu ya kaç kişi kalben okumuştur da Yıldırım Türker’in kelimelerini, canı acımıştır kendi varlığından? Güneş nerde batar? Terör Harran’dan mı doğar? Ya Maveraünnehir nereye dökülür? SAHİH OLMAZ ABDESTİ KANLA YAZILMAZSA, İKİ REKAT NAMAZI KILINAN AŞKTA. Cesetlerim, cesetlerimiz… Ya gözlerim-iz İZ kaç katmana kapalı kalacak? Ya Yorick? Ban’a…

Cismen gittikten kelli, HAMLET2001’e sesiyle kaldı –denge nedir?-, öldürülmüş bir Kral olarak. Can Yücel gerçekten en çok baba’sını mı sevmiştir? OĞULLAR OĞULLUKTAN ÇEKİLMESİNİ BİLMELİ midir yoksa? Gertrude’un gözleri kaç katmana açıktır? Ya Türkiye’nin gözleri? Borges’in körlüğü kaç katmana kapalıdır ya da? Samiye Hün neden farklıdır sahnede diğerlerinden? Ya da başka bir sahnede Maral Üner? Ceysu Koçak? Dişleriyle cesetleri-mi-mizi toplayanları gördükten kelli mi irin fışkırtmaya başlamıştır Nihat Genç? Ayşe Şasa’yı deli(?)rten nedir bu coğrafyada? Ölümsüz hikâye var mıdır? VAR var mıdır? Terör hepimizi aynı mı vurur? Lear’ın kursakları dolu kızları hep aç mı kalacaktır?  Gonorel’in Regan’a göre hafifletici sebepleri mi vardır? Hafif olma durumu muteber midir? Ya İLENÇ. İŞTE BENİ BU SELENLİ HARFİYLE HİÇ BIRAKMAYACAK OLAN İLENÇ. GİTTİĞİM HER YERE GÖTÜRDÜĞÜM, GÖRÜNMEYEN KÖPEĞİM İLENÇ- KİM BENİMLE ARKADAŞLIK EDEBİLİR? KİM? O KEŞİŞİN KANINI TAŞIDIĞIM SÖYLENİYOR VE DURULMAZ BİR ÇALKANTIYLA ORADAN ORAYA KOŞUYORUM YALINAYAK VE KÜÇÜCÜK ÇENEMDE BÜYÜK BİR BEN…

Bu coğrafyada bir ken’ana oturmuş Kenan’ın, Ece Abi’nin (Ayhan) her “bi” masasının öbür tarafına oturmasına gönlü kaydı, “akli fiil”in MUTLAKA bir neden’e dayanması gerektiği GENEL inanışın NEDENSİZ bir FİİL’i yorumlamakta aciz kaldığı yerde eşelendi. Foucault, “Annemi, Kız Kardeşimi ve Erkek Kardeşimi Katleden Ben, Pierrie Riviere”yi çoktan yazmıştı ya, ken’an da bir Adam da kendi burda ve şimdi’sinde 21. Yüzyılda mütemadi aile cinayetlerini yazmış. BİR ADAM: BURDA VE ŞİMDİ. Ama her şey “tarih” oluyor… Ya Zenon’un bilinci? Ban’a sorma, Ben’in aklı Ban’a zor yetiyor?

Henüz kaç ismi zikrettin Adam? Daha çok var, çok…

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir