İçimize Dünya Kaçtı

MUSTAFA ORAL
İçimize Dünya Kaçtı
 
Sıvılar katılara göre daha kolay şekil alır. Su akar, damarını bulur. İnsanın üçte ikisi sudur. Çoğu kere sudan daha çabuk şartlara uyum sağlar. Bulunduğu kabın şeklini alır. Bebek rahimde bulanık bir göldedir. Buna rağmen hayatından memnundur. Daha güzelini görmediğinden yerinden şikâyet etmez. Üçte ikisi suyla kaplı dünyaya geldiğinde yerini yadırgar, ağlamaya başlar. Çok sürmez, zamanla alışır. İnsan nelere alışmıyor ki.
 
Bebek doğduğunda temizdir, günahsızdır. Büyüdükçe günahlarla kirlenir. İlk günahı işlediğinde dünyaya ayak bastığı andaki tedirginliği yaşar. Zamanla kanıksar, normal görmeye başlar. Oysa insan dünya denizinde gözyaşlarıyla kendini arındırabildiği müddetçe temiz kalır.
 
İnsan gibi dünya da yaşlandıkça yeni günahlarla karşı karşıya kalıyor. Eskiden günah sayılanlar bugün ayıp bile sayılmıyor. Teknoloji ilerledikçe günahla aramızdaki mesafe kısalıyor. Eskiden sokağa çıkan yüzer günahın saldırısıyla yaralanırken şimdilerde kitle iletişim araçları ve sosyal medyayla binlerce günahın saldırısına maruz kalıyor.
 
Kurt gövdeye girmiş, kalbe doğru ilerliyor. TV’ler, bilgisayarlar, cep telefonları içimize her gün yeni virüsler gönderiyor. Virüsler hayalimizde, organlarımızda büyüye büyüye kurda dönüşüyor; aklımızı, ruhumuzu, maneviyatımızı kemiriyor. Yaralı aslan daha şiddetli saldırır. Yenilen güreşe doymaz. Dünya bir üzüm tanesi yedirip on tokat vururken, her yanımızdan bizi yaralarken, mağlup ederken biz her seferinde yenilen pehlivanın, yaralı aslanın hırsıyla biraz daha saldırıyoruz. Bugün Eyüp Peygamberin yaralarından daha tehlikeli “dünya yaralarımız” var. Onun sabrına her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
 
Sosyal medyaya yenilen insan
 
20. yüzyılın ortalarında devletler, milletler, dinler mücadelesi sosyal tabakaların savaşına dönüşmüştü. Günümüzde dünyevileşme yeryüzünün ortak dini olarak üstünlüğü ele geçiriyor. Sosyal tabakaların mücadelesi sosyal medyaya kayıyor. Bireyselliğin hâkim olduğu bir dünyaya doğru hızla yol alıyoruz. Teknolojiyle bireysel günahlar kitleselleşiyor. Cismani ve manevi kitlesel ölümlere neden oluyor.
 
Dünyevileşmek modern çağın gizli dinidir. Bugün müminlerin karşısında dünyevileşmekten daha büyük bir din veya düşman yok. Dünyevileşme tanrının insanlaştırılması, insanın tanrılaştırılmasıdır. Araçların amaçlaştırılmasıdır. Para, makam, güzel görünme arzusu modern çağın putlarıdır. Büyük cihat içte yapılır. İçtekini kazanamayan dıştakini kazanamaz. İşlerimiz dinimize, dinimiz işlerimize benziyor artık.
 
Asrın hastalığı dünyevileşmedir. Dünyaya din, paraya tanrı, bankaya tapınak, çek-senede kutsal kitap muamelesi yapıyoruz. Her geçen gün dünya gözümüze daha da güzel görünüyor. Değer yargılarımız hızla değişiyor. Sabır, kanaat, şükür, bereket gibi güzel duygular yerini kin, öfke, israf, hırs gibi duygulara bırakıyor. Hâlbuki hırs hırsız eder. Hırsız helal, haram demez, yer. Bu hastalıklar, hırsızlıklar maalesef müminler arasında da yaygınlaşıyor. Dünya bulaşıcı bir hastalık gibi bize sirayet ediyor.  “Ehl-i İslam’a dahi severek ve bilerek dünyayı ahirete tercih ettiriyor.” Elması elmas bildiği halde kömürü üstün tutturuyor.
 
Günümüzde imandan ziyade ahlak sorunuyla karşı karşıyız. Ne var ki bunun temelinde de iman zaafı var. İnsan aceleci. Tembel ve tenperver. Konforlu hayata düşkün. Bir parça hazır lezzeti gelecekteki binlerce acıya rağmen tercih ediyor.
 
Mekkeliler acıkınca helvadan yaptıkları putları yiyordu. Bugün biz de benzer hâller yaşıyoruz. Rabbimizle bağımızı kopardık. Dünyada ebedi kalacağız zannettik. Hesap gününü unuttuk, eyvah ki aldandık.Artık dünyaya tiryaki ve müptela derecesinde bağlıyız.
 
Gerçekte ihtiyacımız olmayan şeyleri zaruri kabul ediyoruz. Riya, gösteriş ve görenek belasıyla imkânımız olmadığı halde gördüğümüz şeyi almak istiyoruz. Üç günlük dünya menfaati için ezelden bizlere emanet edilmiş değerleri bir bir harcıyoruz. Dün altın bildiklerimizi bugün bozduruyoruz. Çok az bedel karşılığında satıyoruz. Bunu kendimize kabul ettirebilmek için arzularımıza dini ambalajlar yapıyoruz. Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler, ayetinin alanına giriyoruz.
 
Kadının toplum hayatında etkin hale gelmesi, iş hayatında, siyasi ve sosyal faaliyetlerde kadınla erkeğin birbirine daha da yakınlaşması bazı hassasiyetlerin kaybolmasına neden oldu. Kendini beğendirme arzusunu tetikledi. Bu durum daha çok dünyevilik edinme arzusunu doğurdu. Dünya gözümüze süslü bir kadın gibi göründü. Gözümüzden gönlümüze girdi. İman gönlümüzü terk edecek raddeye geldi.
 
Gemi su alıyor
 
Hepimiz ahirete inanıyoruz, helalin hesabı, haramın azabı olduğunu kabul ediyoruz ama bir türlü yakamızı dünyadan kurtaramıyoruz. Görenek belası hepimizi sarıyor. Takke ve başörtülerimizi çıkardığımızda diğer insanlardan çok da farkımız kalmıyor. Elimizde bir anahtar var, her kapıyı açıyor.
 
Diğer insanlarla ortak noktalarımız artıyor. Onlarla aynı imkânlara sahip olmak için çabalıyoruz. Gerektiğinde dini dünyaya rüşvet veriyoruz. Arzularımızı meşrulaştırmaya kalkıyoruz. Bir kerecikten bir şey olmaz, deyip dünya denizine dalıyoruz, sonra da dibini boyluyoruz.
 
Her günahta küfre götüren bir yol, dünyaya daldıran bir cezbe olduğunu bildiğimiz halde dünya sarhoşluğuna tutuluyoruz. His ve heveslerimiz düşünce ve değerlerimize galip geliyor. Akşama kadar günah işliyor, sabaha kadar tövbe ediyoruz. Ertesi sabah sanki dün hiç pişman olmamış, gece hiç tövbe etmemiş gibi, ilk günkü heyecanla tekrar dünyaya dalıyoruz. Dalgalı bir denizde sarhoş gemiler gibi kafamızı kayalara çarpa çarpa ölüyoruz.
 
Artık dünyadaki yerimizi yadırgamıyoruz. Dün sırt çevirdiğimiz dünyayla bugün kucaklaşıyoruz. Dün küstüğümüz dünyayla bugün barışıyoruz.
 
Fakir yoksul bir hayatı baştan kabullenmiştir. Dünyada bir şey kazanmamıştır. Bir şeyi olmadığı için kaybetmekten korkmaz. Ancak kazananlar kaybetmekten korkar. Muhafazakâr kesim eskiden yoksuldu. Daraldığında zenginler zengini Rabbine sığınıyordu. Yoksul yoklukta Rabbinin varlığını bulur. Dünyada ulaşamadığına cennette kavuşacağını umarak teselli bulur.
 
Son yıllarda bir kısmımız meşru veya gayri meşru yollarla zenginleştik. Mal, mülk, makam, mevki, servet, saltanat sahibi olduk. Madde boyutlu ilişkilerin tutkunu olduk. Helal kazanç yerine kolay kazancı aradık. Dünya zehirli bir bal gibi içimizi oydu. Yedikçe daha çok susadık. Ağzımızın tadını kaybetme korkusu kazanma hırsımızı tetikledi.
 
Maalesef dünyayla çok ağır şekilde imtihan oluyoruz. Kimimiz dünyayı kazanırken ahireti kaybediyor, kimimiz dünyayı kaybederken ahireti kazanıyor.
 
Gözdeki nokta gözü kör ettiği gibi kalpteki nokta da maneviyatı kör eder. Dünyanın o kadar güzellikleri içinde çok cüzi, belki denizde damla, kumda tane etmeyecek bir arzu kalbi kapatıp zamanla karartabilir. Bir öpmekte, bir sevmekte, bir kadında, makamda batırabilir. O halde hazer etmeli, dikkatle basmalı, batmaktan korkmalı. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batmamalı! Dünyayı yutan büyük latifeleri onda batırmamalı.
 
Dalgalar ne kadar güçlü olursa olsun su almadığı müddetçe gemi batmaz. İnsan dünya denizinde bir gemidir. İçine dünya kaçmadığı müddetçe batmaz. Maalesef dünya kalbimize girdi. Gemi su alıyor.
 
Yunus Peygamberin hutu (balık) bizim putumuz oldu. O Rabbine sığınarak kurtulmuştu. Bizim önümüzde de dünya denilen huttan puttan kurtulmak için bir fırsat kaldı. Dünyaya meyletmeyen, dünya denizinde boğulmayan güzel insan (sav) züht timsali Ebu Zer’in (ra) şahsında bizi Nuh’un ve ruhun gemisine çağırıyor:
 
Gemini yenile çünkü deniz derindir.
Azığını tam al, çünkü yol uzundur.
Yükünü hafif tut, çünkü geçit çok sarptır.
Amelini ihlâslı yap, çünkü gözetleyici olan Cenabı Hak  (kalpteki niyete) bakmaktadır.
İçimize Dünya Kaçtı
İçimize Dünya Kaçtı
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir