Yazgımız Türküler

ABDÜLBARİ KARABEYESER
Yazgımız Türküler
 
Folklor gönül işidir. Bizim folklorumuzun başında türküler gelir. Türküler, insanın ve yörenin aidiyetlerini günümüze taşıyan kayıtlardır. Ama bu kayıtlar dilden dile, gönülden gönüle akar. Anadolu’yu, insanını, tarihini, kültürünü, destanlarını, aşklarını merak ediyorsanız türkülere kulak vermelisiniz.
 
Her türkü bir hikâyenin, bir gerçeğin, bir yaşanmışlığın, bir sevdanın kayıt altına alınmış halidir. Bu kâh ferdi hafızayı, kâh toplumsal hafızayı ilgilendirir ama mutlaka yaşanmış, gerçek bir hikâyenin kaydına götürür sizi. Çocukluğumdan beri türküleri severim, dinlerim. Hatta saatlerce hiç sıkılmadan dinleyebilirim tıpkı saçı başı ağarmış, eski zaman dilimlerinden kalma tecrübe deryası dedeleri, haminneleri dinler gibi…
 
Kimi türkülerde eski evler, kimi türkülerde göç, kimi türkülerde aşk, kimi türkülerde dostluk, kimi türkülerde intikam, kimi türkülerde ise daha detaylı sosyolojik, psikolojik, tarihi ve coğrafi veriler sizi karşılar. Muhayyilenizi konudan konuya, yöreden yöreye, kültürden kültüre dolaştırır durur. Kâh hüzünlenirsiniz, kâh coşarsınız, kâh ağlarsınız, kâh mutlu ve mesut olursunuz. Ruh haliniz hangi frekansa uyarlıysa kulağınıza gelen sesleri ona göre ayıklar, ona göre pozisyon alırsınız. Ama mutlaka her türküde kendinizi, kendinize ait bir gerçeği, bir melodiyi yakalarsınız.
 
Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun meşhur “Köy Türküleri” şiirini bilirsiniz. “Nerde bir türkü sesi duysam şairliğimden utanırım” mısrasını da. İşte türkü budur. Kâh gözünüzü, kâh gönlünüzü yaşartan bir sestir ve seslerin en içli, en yanık ve en yalın halidir.
 
“Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana südü" gibi candan
Ana südü" gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz”
 
Türküsüz insanlar çorak toprak gibidir. Aşksız, ruhsuz, yarınsız, hafızasız, duygusuz bir çöl toprağını anımsatırlar bize. Yanında, yöresinde tutunmaya, durmaya imkân yoktur. Gözü vardır görmez, kulağı vardır işitmez,  gönlü vardır hissetmez. Ne sizi duyar ne sizi anlar. En iyisi pılıyı pırtıyı toplayıp oradan uzaklaşmak; bir başka sineye, bir başka yüreğe konmak!
 
Türküler bu açıdan hepimiz için önemlidir. Bazı dostlarımızı türkülerle tanırız mesela. Edaları, bakışları, yüz hatları, tebessümleri, varlıkları türkü gibidir. Onları zihnimize türkülerle kazımışız. Ben öyleyimdir en azından. Her dostumu bana anımsatan, unutturmayan özel bir türkü mutlaka vardır. Mesela Cengiz Özkan’ın “Male Male” türküsünü anımsadığımda İstanbul’daki bir dostumu, “Dostun Gül Cemali”ni duyduğumda ise bir başka dostumu ya da “Hastane Önünde İncir Ağacı” türküsünü duyduğumda ise bir başka dostumu anımsarım. Bu liste uzar gider fakat tek bir farkla dostlar biter ama türküler bitmez çünkü türküler sınırsızdır. Yavuz Bülent Bakiler'in dediği gibi:
 
Bizim türkümüzde gurbet var artık
Hasret var, yürek var, toprak var balam!
 
Türküler konusuna Âşık Solhani’nin “Yazgı” şiiriyle son verelim. Yazgı’nın dizelerinde çokça türkü ruhu, çokça ayrılık, çokça acı ve ızdırap karşılar bizi. Tıpkı türküleri besleyen iklim gibi:
 
Bir yol kenarına gömsünler beni
Bir yanımda çoban çeşmesi
Bir yanımda dağ rüzgârı! 
 
Yolcular gelip geçsin gün boyu
İbretle baksınlar mezar taşıma
Ağlasınlar sonra kara bahtıma! 
 
Sevmiş ama sevilmemiş desinler
Sonra kederinden ölmüş desinler
Ve ruhuna el Fatiha desinler!
Yazgımız Türküler
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir