MUSTAFA ORAL
Yukarıdakiler Duymuyor Allah’ım
Biraz Yüksek Sesle Konuşsan
Yukarıdakiler Duymuyor Allah’ım
İnsan hangi dünyaya kulak vermişse diğerine sağırlaşır. Hangi dünyaya bakmışsa diğerine körleşir. Yalnız kendini dinleyen başkalarını işitemez. Yalnız kendine bakan başkasını göremez. Yalnız kendi derdiyle dertlenen başkasınınkini söyleyemez. Yalnız kendini seven başkasını sevemez. Sağırla anlaşmak kör ve dilsizden daha zordur. Hâlbuki işitmek için bir kulak, anlamak için bir akıl, görmek için bir gönül, tutmak için bir el, yürümek için bir ayak, sevmek için bir kalp, hakikati söylemek için bir dil yeter.
Kalp gibi kulak, göz ve dil de mühürlenir. Hakikatin kapısı kilitlenir. Kalp körlüğü gibi kalp sağırlığı ve dilsizliği de tehlikelidir. Duygusal sağırlık, körlük ve dilsizlik insanı zalimleştirir.
Gönül görmeyince göz neylesin.
Kulak işitmeyince dil neylesin.
Kalp konuşmayınca ağız neylesin.
Kalble dokunmayınca el neylesin.
Kalp sevmeyince seven neylesin.
Bir ilişki yürümeyince ayak neylesin.
Gönüllerin sultanı olmadıktan sonra dünyanın sultanı olsan da Rabbin seni neylesin; onun katında daima kör, dilsiz, sağır sultan değil misin!
Kalbi var ama sevmiyor
Günümüz insanı sapasağlam ama görmüyor, işitmiyor, konuşmuyor, hissetmiyor. Dili var, hakikati söylemiyor. Gözü var, gerçeği görmüyor. Kulağı var, ilahi sesi işitmiyor. Aklı var, idrak etmiyor. Kalbi var, sevmiyor.
İnsan işitemediği için konuşamaz. Sesi bilmeyen sözden anlamaz. İnsanı bilmeyen halden anlamaz. Doğuştan sağır olan sağırlığın ne kadar zor olduğunu anlayamayabilir ama sonradan sağır olan öyle midir… Sesini duyurmak için daha çok bağırmak zorundadır. Sağırlık tedavisini bulanlar genelde sonradan sağır olanlardır. Değil mi ki düşenin halinden düşen anlar.
Geçenlerde haberlerde çıktı. Duyarsız anne-baba ancak üç yaşına gelince çocuklarının sağır olduğunu fark etmişler. Kaç yıl, kaç asır oldu dünyanın dört bir yanındaki masumların sesini duymuyor devlet babalar, hükümet analar… Çelik yelek giydik, kurşun işlemiyor artık. Kalplerimiz çelikleşti, söz işlemiyor artık. Doktorların söylediğine göre artık herkes işitebilecekmiş. Sağırlık tarihe karışsa da insan kendi geçmişine, tarihine dönebilecek mi! İnsan işitse de duyabilecek mi! Söz eskisi gibi yine kalbi delip geçebilecek mi!
Kalplere fısıldamak
Sağırlık gâh anadan, gâh sonradan olmadır. Sözümüz sonradan olanadır. Büyük kafalar gaflet içinde. Başlar ağır, kulaklar sağır. “İki kulak bir dil için.” dedik yine de dinletemedik. Kös dinleyen davula, zulmeden masum kula kulak vermiyor. Yerin kulağı var da haram yiyenin, yalan söyleyenin, kin güdenin yok.
Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmuyor. Eloğlu derdi duyuyor da kardeş duymuyor. Allah’ım onların kulaklarını kim çınlatacak. Kalplerine kim fısıldayacak. Alma masumun ahını çıkar aheste aheste, diyerek kulaklarına kim kar suyu kaçıracak. Umut tacirliği ve kalp hırsızlığı yapanların, çalıp çırpanların, masumları ağlatanların, çocukları katledenlerin Allah tarafından bilindiği ne zaman kulaklarına çalınacak.
Allah’ım onların kalpleri gibi kulakları da paslanmış. Paranın sesini duyunca ağzı kulaklarına varıyor. Makam, mevki kokusunu alınca kulakları dikiliyor. Sesini yükseltenlerin kulağını büküyorlar. Ebuzerlere dünyayı zindan ediyorlar. Korkuyorlar, korkuyorlar, korkuyorlar. Bizim kulakları okşayan dualarımız var. Onların enseleri, kulakları yerinde; sen bize göz, kulak ol Allah’ım.
Biraz daha açık konuş Allah’ım
Ne dediğin tam anlaşılmıyor
Ah bu bizler nasıl da anlayışsızız
Kafa travmaları bedensel sağırlığa, kalb travmaları manevi sağırlığa neden olur. Dünyasının ayarını değiştirenlerde kalbi sağırlık çoktur. Akıl tutulmasına uğrayanlar önce kalp sağırlığına tutulurlar. Gürültülü ortamlar sağırlık sebebidir. Makam, mevki, servet, saltanat, şan, şöhret gürültülü mekânlardır, sağırlık kaçınılmazdır.
Bir gece yarısı kendimi Şeyh Edebali türbesine vurdum. Şeyhin rahlesinde diz kırdım. Bahçedeki otların arasında gezinen karıncaların seslerini duydum. Mezar taşlarında Şanlı Osmanlı’nın mehterini duydum. Adil Sultanlar Ertuğrulların, Osmanların, Orhanların sesine sesimi kattım. Sabah olunca dünya denilen denize daldım, kimseyi göremedim, duyamadım.
Allah’ım sen eskiden musibetlerin diliyle bizi uyarır, yanlış yaptığımızı, düzelmemiz gerektiğini anlatırdın. Fayda etmeyince yazarak anlatmayı dener, peygamberlerle kitaplar, evliyalarla tefsirler, şairlerle şiirler gönderirdin. O kadar bela, musibet verdin ama yine de bize derdini anlatamadın!
Biraz yüksek sesle konuş Allah’ım, sesin duyulmuyor!
Biraz daha açık konuş, ne dediğin tam anlaşılmıyor!
Biliyorum Rabbim, sen ne kadar bağırırsan bağır ne kadar açık konuşursan konuş insan anlamak istemeyince fayda vermiyor.
Dünyanın dört bir tarafında Türkiye gibi ağır bir sesle söylüyor ağıtını yaslı kadınlar. Çocuklar gibi kederli bir sesle söylüyor sözünü yaşlı erkekler. Parmaklıklar ardından mahzun mahzun bakıyor çocuklar. Dünyanın dört bir tarafındaki kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar, masumlar daha fazla ağlamasın. Son sözünü söylemeden, sur denilen o kıyamet flütüne üflemeden biraz daha yüksek sesle seslen kalplere, yukarıdakiler hiç duymuyor Allah’ım! “Biraz sessizlik lütfen; Rabbimiz konuşuyor.” dediğimiz günlere gelelim artık Allah’ım.