MEHMET ALİ BAL
Zamanın Sedefi Nedir
-Saatler, Aksesuarlar Ve Kalemler-
Her incinin bir sedefi vardır. Acaba zaman incisinin sedefi nedir? İhata edilemeyen bu esrarengiz ve değerli varlığın kalıbı nedir, sedefi nedir? Bunca değerli olan bir varlığın sedefinin değeri nedir?
Bu sorular zamanın kabuk kısmına ilişkin sorular değil elbette. Süleyman Çelebinin Mevlidinde ifade ettiği:
“Amine Hatun Muhammed anesi
Ol sedeften doğdu ol dür danesi” hakikatiyle düşündüğümüzde inci ile sedefi arasında da bir değer bağı olduğunu görmekteyiz.
İnci ile sedefi arasındaki ilişki aynı zamanda başka metaforları da içermektedir. Mesela 18. asırdan Beliğ Mehmed Emin, ebri nisan ile sedef ve inciye dair halk efsanesini şöyle dillendirir:
“Halkın isti‘dâduna vâ-bestedür âsâr-ı feyz,
Ebr-i nîsandan sedef, dürdâne; ef’î, sem kapar.”
“Feyz-i ilâhînin eserleri, halkın istidadına, gönül durumuna ve kabiliyetlerine bağlıdır. Nisan yağmuru; sedefe düştüğünde inci, yılanın ağzına düştüğünde ise zehir olur.”
Demek ki, Nisan yağmuru damlası bile inci olmak için sedefe düşmelidir.
İşte bu yüzden sedef kabuk demek değildir. Zamanın sedefi zamanın cildi gibi canlı, zamanın esrarını saran bir başka gizemli perdeler, elbiseler, mahfazalar demektir. Zamanın sedefine dair ili ayırım yapıyorum: İlahi olanlar ve beşeri olanlar, yani yaratılıştan gelenler ve insan emeği göz nuru olanlar. Şimdi zamana ve zamanın sedefine dair yola koyulabiliriz.
Zaman adeta kozmosun (Evrenin) “Beyaz deliklerinden varlık âlemine püskürtülüp duran” bir rahmet okyanusudur. Köpürdükçe maddenin ve mekânın üzerinde hayatlar canlanır, baharlar yeşerir. Ta ki bir “Kara deliğin” girdabına kapılıp gidene kadar… “Küllü şey’in haalikun illaa vechehu” hükmünün gerçekleşmesini görürüz (O’na –Allah (cc)- bakan yüzleri hariç her şey helak olucudur). Zaman da Allah’a ait işaretleri hariç evrenimizde yok olup durmaktadır. Belki de biz insanları ve varlığı bu zaman seli alıp götürüyor da biz zamanı bizimle mukayyet zannediyoruz. Hâlbuki yıllar önce bir dostumdan işittiğim Hamit Körken dostumuzun ifadesiyle “Bizler zamanın değil, Allah’ın kullarıyız”. Ne zaman bizimle mukayyet ne de biz zamanın kuluyuz. Her şey Ondan (Heme ez ost).
Zamanın ilahi sedefleri ne olabilir diye sorduğumda cevabını bulmakta zorluk çekiyorum. Belki bir gün bunun üzerine hayal kurabilmek, tefekkür edebilmek mümkün olur. Tabi ki bu bir yetkinlik meselesidir. Sözü yetkin ve ehil olanlara bırakmakta yarar var. Ama zamanın beşeri sedefleri üzerine yazabiliriz. Akıl yürütebiliriz. Zamanı anlama idrak etme çabasıyla oluşturulan her eser bir anlamda zamanın sedefidir. O zaman sedefini bazen Süleymaniye’nin, Selimiye’nin, Sultan Ahmet’in kubbesi olarak görürüz. Adeta o devasa kubbelerin içleri dışarıdan bakanlara boş gelse de, basiretle bakanlara zamanın köpüren dalgalarıyla lebalep dolu görünmektedir. Sedefi olan mermere can veren hattatların elinden süzülmüş ayetler, hadislerden müteşekkil cümlelerin içinde zamanın rüzgârını hissederiz. Eğer çok dikkatli olursak, bu rüzgârın ebedi âlemlerden geldiğini hissederiz. Bazen zamanın sedefi uzak diyarlarda bir hilal köprü olur, bazen bir kervansaray kalıbına girer. Bazen de bir Fatih’in ve bir Sezar’ın sarayının taşlarına hulul eder. O eski renkli taşların kendi içlerinde zamanı fısıldadığını duyarız gönlümüzle dinlersek.
Saatler zaman incisinin sedefleri midir bilinmezler. Ama bir gerçek var ki, “Kozmostaki beyaz deliklerden” köpürerek püsküren zamanın sembolik maddeye büründüğü nadide araçlardır saatler. Üstelik saatler diğer eserlerden farklı olarak bugüne hitap ederler, bugünü tefsir ederler, ölçerler. Maddedirler, maddedendirler ama zaman hazinesinin asil sembolleridirler aynı zamanda. Bu özellikleriyle maddelerinin çerçevesini aşarlar…
Bazen saatin, dakikanın, saniyenin adını kullanırken bunların ne derece zamanın hassas varlığıyla ilişkili olduğunu düşünmeyiz. Hâlbuki bu zaman dilimleri sadece hayatın zarfı değil, hayatın kendisiyle de iç içe olabilmektedirler. Yüce Yaratıcının kudreti zamana böylesi bir velut mahiyet vermiş de olabilir. Nitekim her zamanın hükmü, bazı zamanların bereketi, feyzi vardır, buna inanırız. Bu zamanların kemiyeti (Nicelik) dünyamıza, keyfiyeti (Nitelik) ise İlahi kudrete bakar. Arifler işte o zamanların arayışındadırlar.
Zamanın sedefinden, saatlerin sedeflerine yol alırsak, yine maddeden ama insan emeğinin yoğunlaştığı aksesuarlara gidiyoruz. Kullandığımız aksesuarlar bu anlamda gösteriş objeleri olmaktan çok, saatlerin manalarını tamamlayıcı rol oynamaktadırlar.
Ancak, saatin rolünü tamamlama açısından en önemli araç şüphesiz kalemdir. Zamanın esrarlı anlarındaki doğuşları, şafakları, canlanan hayatları nasıl kaydedebiliriz. Elbette kalem ile ve kalem manasıyla. İfade edeyim ki, objeleri sadece maddi halleriyle değil, maddeden soyutlanmış manalarıyla da zikrediyorum. Bu yüzden kalem kadar kalem manasını da ön plana çıkarıyorum.
Zaman sedefinde korunacak, olgunlaşacak, sonra da “Beyaz deliklerden” kozmosa püskürtülecektir. Zamanın adeta rüzgâr gibi geçtiği mekânlar ve varlıklar üzerinde hayatlar canlanacak ve baharlar yeşerecektir. Çoğu zaman bizler zamanın kendi hakikatiyle değil, sedefiyle burun buruna geleceğiz. İkbal vadileri de idbar geçitleri de beşer hafızasında kalmaz ki!
İkbal vadilerinde uyarılar, idbar geçitlerinde ümitler nasıl serpilecektir zamanın çocuklarının üzerine. Elbette bu önemli işlerin sahibi kalemdir, kalem manasının işlevidir. Kalem sadece tasviri yazan eden bir araç değildir, olmamalıdır. Kalem aynı zamanda zamanın hükmünü, ikbalin tevazuunu ve idbarın da sabrını yazmalıdır. Yazmalıdır ki, saatlerin temsil ettiği zamanın akışında insan iradesiz, akılsız, kılavuzsuz, sorumsuz kalmasın, insan olsun!
Kalem sedefi içindeki zamanın en sadık ve silinmez şahididir. O sedef içinde yaşanan acıların, çekilen ıstırapların, beklenen seherlerin bağrıyanık dostudur. Diğer yanda, o sedef içindeki aşkın coşkusunun, dökülen gözyaşlarının aşığıdır. Bu yüzden sazlıktaki kamış bazen kalem bazen de ney diye bilinir mahrem diyarında. Zamanın, ilişkili kelimelerinden biri olan “Karn” (Çağ, yüzyıl) kelimesinin tesniyesi ile ifade edilen “Karneyn”in ifade ettiği iki kudret burcunda donmasıyla da kalem bambaşka bir hüviyet kazanır. Kalem orada muktedir hükümdarın emirlerini yazar, halkının iç ve dış saltanatını tasvir eder. Bir taraftan da “Agâh olunuz! Hüşyar kalınız!” diyerek saadet kalesinin burçlarına bayraklar resmeder.
Bu sırlı inci ve sedefi hikâyesini sanat değeri yüksek saat ve kalemlerin kompozisyonlarına baktıkça hatırlıyorum. Diliyorum ki sanatsever saat dostlarımız zamanın ve sedefinin esrarına vakıf olsunlar, yaşadıkları olağanüstülükleri yazacak kalem olma mahiyetini de kazansınlar. Zamanı idrak edecek saatler ile kudretli ve zarif kalemleri sizler için bulmaya devam…
________________________________________